AB fikrinin mucidi Atatürk'tür

AB fikrinin mucidi Atatürk'tür

1950 sonu 60 başı hayata geçirilen ve adına sonraları Avrupa Birliği denilen,  ilk adı ile Kömür Birliği'nin nerede ise kurucu üyesi imişiz.  Şu...

1950 sonu 60 başı hayata geçirilen ve adına sonraları Avrupa Birliği denilen,  ilk adı ile Kömür Birliği'nin nerede ise kurucu üyesi imişiz.  Şu an bile üye adayı olma sebebi ile binlerce Euro katılım parası ödüyoruz.  Bu konu ile ilgili binlerce yazı, söyleşi ve toplantılar yapıldı.  Aç-açma pozisyonundan bir adım ileri gidilmedi.  Daha acısı hiç bir kuruluşta olmayan Gümrük Birliği gibi bir acuzenin kabulü ve tek üyesi olduk.  Bizim taraftan düğün alayları ve havai fişeklerliyle kutlanırken diğer tarafta kucağa oturdular avazları ayyuka çıktı.  Her zaman olduğu gibi gene bizde kabahat asla yok.  Veya şimdilerde olduğu gibi "kandırıldık" sığıntısı söz konusu. Yahu sen devlet yönetimi, AB işleri şoförü ve bilmem ne iken, bir telefonla hemen gidip Kopenhag kriterlerine imzayı çat diye bastığında ne içmiştin Allah aşkına ? Sen Çilli bacımız sen ne sürmüştün acaba? Yıllar sonra değerlerimizin hepsi elimizden bir bir kayarken ey yönetenler siz nerede kese oluyordunuz demezler mi adama?

Derler derler merak etmeyin.  Hatta zaman zaman kendileri de söylerler ve hatta en başta ki usta!  bile der.

Ama  atı alan  pır…

Yıllardır içimi acıtan bir yok oluş olduğu için bu rezil konuya girmek zorunda kaldım kusura bakmayın.  Asıl  konum bambaşka.  Şimdi sıkı durun ve bu kadar hainliği içinize sindirmeye hazır  olun …

Türkiye Cumhuriyeti 29 Ekim 1923’te ilan edilmiş ama asıl net adım 23 Nisan 1920 tarihinde kesinleşmiştir.

Şu günlerde tamamen inkar ve yok kabul edilmeye çalışılan ve hatta Osmanlı özlemi çekildiği ortada iken,  bu tarihe dönmemin sebebi AB' yi icat edenin ATATÜRK olduğunu bağırmak içindir. Aynı zamanda aslımızı ve her türlü değerlerimizi inkar edebilen bir halk olduğumuzu suratımıza vurmak içindi.  Tam olarak Ortadoğululuğu içimize işletmiş ve Arap halklarının önüne bile geçtiğimi ortaya koymak içindir. Üstelik ahlaki, vicdani ve dini değerlerimizi bile nasıl inkar edebildiğimizin anlaşılması içindir. Size daha cumhuriyet bile ilan edilmeden evvel 17.  yıldızdan ve ATATÜRK'ün GİZLENEN VASİYETİ'nden bahsedeceğim.   Bu konu bir kitapla bile anlatılamazken nasıl özete gireceğimi bile bilemiyorum? Hemen işin başında aynı isimli ve Baran AYDIN'ın kitabını bir şekilde bulup okumanızı söylemek zorundayım.  Mutlaka okuyun ve nasıl millet değil İLLET haline getirildiğimizi görün.

Gerçek tarihle resmi tarihin nasıl taban tabana zıt olduğunu ve bizi sürü olmamız için nasıl güttüklerini ve bu kişilerin de içimizden çıktıklarını, aynı benim gibi, sizin gibi olduğunu da unutmayın.  Kusura bakmayın dayanamadım ve uzattım.   Konumuz AB’nin ortaya çıkması idi. Fikir Atatürk'ten çalınmıştır.

1920 yıllarından itibaren savaş sonucu yok ve tarumar olan Osmanlı tebası içinde, yılların birlikteliğinde oluşan kültür ve ekonomik birlikteliği tekrar canlandırarak, ama özellikle bağımsız devletler haline gelmelerini teşvik etmek için gizli ve zamanla açık açık programa konulduğunu göreceksiniz.   Bu durum sadece bizim belgelerimizle değil, gerek İngiliz, Fransız ve Rus yazışma ve belgeleri ile de tespit edilmektedir.

Atatürk önce bu amaca yönelik olarak Balkan ülkeleri, Suriye, Irak, İran, Mısır, Afganistan ve Hindistan ile temasa geçerek hem Türkiye ile hem  de kendi aralarında anlaşmaların yapılmasını sağlamıştır.  1.  Mart 1920’de Afgan ile dostluk anlaşması,  1922’de İran Eğitim Bakanı gelerek iki ulus arasında kardeşliğin çok güçlü olduğunu vurgulaması,  birinci dünya savaşında yaptıklarından pişman olan Irak, Suriye ve diğer İslam alemi yardım istemiş ve her türlü desteği almışlar ve ortak olarak Fransız'lara karşı askeri operasyonların düzenlenmesi sağlanmıştır, ve bu durumda Fransızlar Türk Cumhuriyeti ile 20 Ekim 1920’de anlaşma imzalamak zorunda kalmıştır.  Mustafa  Kemal Atatürk'e özellikle Suriyeliler olmak üzere Arap dünyası "Seyfu-ı İslam" İslamın Kılıcı unvanını vermiştir.

"Bu ülkelerin bağımsizlıklarını elde ettikten sonra bir konfederasyon kurulması" gerektiği ve dayanışma yapılmasının gerekliliği mayıs 1921 tarihinde Halep Heyet-i Merkeziye Riyaseti'ne bildirilmiş ve kabul edilmiştir.   İleride birleşim İSLAM DEVLETLERİ KONFEDERASYONU adını alarak,  ideale devam edilmiştir.  16 haziran 1919’da arap lideri Faysal ile gizli bir anlaşma imzalanmıştır.  Teyfik Rüştü Aras’ın (dış işleri bakanı) makalesinde Musul'un Araplarla olan birlikteliğini  bozmak için İngilizlerin bize Musul'u  verme teklifini sırf  halkların özgür ve bağımsız devlet kurmaları adına geri çevrildiğini ifade etmiştir.  Aynı zamanda Yunan ile savaşmış olmamamıza rağmen çok kısa sürede dostluk rüzgarlarını estirmiş ve diğer balkan ülkelerinin de katılımını sağlamıştır.  15 aralık 1923 te Arnavut'lukla Ankara anlaşması, 18 ekim 1925 te Yugoslavya ile Ankara anlaşması, 6-10 ekim 1929 da Balkan konferanslarının düzenlenmesi bu amaca yöneliktir.  Alınan kararlar sebebi ile Türkiye’nin bu çabaları dünyaya bomba gibi düşmüştür.  İstanbul'da da konferansların devamı gelmiştir.  Burada şok yaratan madde "BALKAN  BİRLİĞİ CEMİYETİ"nin kurulması olmuştur.  Cemiyetin gayesi; Balkan ülkelerinin beraber çalışma ortamı kurmaları, İKTİSADİ-FİKRİ ve SİYASİ hayatta anlaşma, uzlaşma ve BİRLEŞME meydana getirmektir.  Balkan devletleri arasında bürolar kurmak, konferanslar vermek, edebiyat ve fıkriyat tercumeleri yapmak, İktisadi ve içtimai malumat ve neşriyat teati etmek, muallimler, müderrisler, talebe, gençlik ve spor birlikleri, seyahatler tertip etmek ve belirlenen gelirlerle üye devletlerinin katılını sağlamak.  Bu çok açık olarak anlaşmanın ikinci maddesinde açığa çıkmaktadır.  Yani: Fikri, İktisadi, Siyasi hayatta devletler üstü bir yapı kurmak… Size direk olarak AB nin kuruluş şeklini işaret etmiyor mu? Ki bu Kömür anlaşması ile başlayan AB’nin daha da üst katılımını işaret  etmektedir.   İşte bu doğruyu  bulma adına gelinen yoldur.   İkinci Balkan konferansı İstanbul'da Ekim 1931’de toplanmıştır.

Üçüncü toplantı 23-26 ekim 1932 de Bürüksel'de,  5-11 kasım 1933 te Selanik'te toplanılmıştır.  Bu dönemde Türkiye, Romanya, Yunanistan ve Yugoslavya ile bir dizi ikili dostluk ve sızdırmazlık anlaşmaları yapılmıştır.  Bulgaristan ise Yunanıstan sınırlarında hak iddia ettiği için dışarda tutulmuştur.   1934 Şubat ayında Türkiye'nin önderliğinde bir dizi Belgrat toplantıları yapılarak Balkan Paktı sonuçlandırılmış ve Atina'da imza ve ilan edilmiştir.  Bu adımlar önce ANLAŞMA sonra UZLAŞMA ve nihayetinde BİRLEŞME'yi getirmektedir.  Somut adımlar önce İtalya'nın 1935 tarihinde Habeşistan’a yaptığı saldırıda, Lozan’da tespit edilen Boğazlar rejiminin değiştirilmesi ve Montreux Konferasyonunda birlikte hareket etmelerinde görülmektedir.  Amaç çok açık netice almaktır. Bu gelişmeler resmi yayın organı gibi hareket eden ÜLKÜ dergisinde uzun süre kaleme alınmıştır.

Özellikle Zeki Mesut Bey "ayın politikası " adlı makalesi ile bunu nerede ise bütün dünyaya ilan edlmesini sağlamıştır.

Resmi tarih olarak bize dayatılan ve dedikodu ile KUMPAS olgusu yaratılan girişimlerde ; Balkan Paktı savaş ihtimaline karşı yapıldı, , , , Türkiye'nin çıkarı düşünülmemiştir, , , , bu süreçte Atatürk’ün hiç bir katkısı olmamıştır, , , ,  İşte dedikodu ve aymazlıklardan bir kaçı ,  ama asıl sonuç gene Atatürk'ün ifadesi ile ayyuka çıkmıştır.

YURTTA SULH, CIHANDA SULH.  .

Meğer Atatürk ne kadar korkakmış.  Kaybedilen Osmanlı topraklarını geri almaktan, bu korkular yüzünden savaşmaktan kaçmış,  Utanan var mı,  yüzü kızaran veya vay canına diyebilen var mı?

Şimdi dönelim doğuya.   İran Şahı Rıza Pehlevi'nin ziyareti ve karşılıklı beyanatlarla ayyuka çıkan bir dizi anlaşmaları sıralayacağım.

1 Mart 1921 Afganistan ile dostluk anlaşması

22 Nisan 1926 da Cenevre' de  İran ve Irakla üçlü anlaşma.

7 Nisan 1937 de Mısır ile dostluk anlaşması.   Diğer ülkelerle olan ilişkiyi yukarıda yazmıştım.  Bütün bu ilişkilet Emperyal batının kör gözüne parmak sokmak gidiydi ve her yerden ayaklanma hareketi haberleri gelmeye ve ikinci dünya savaşının kaçınılmaz olduğunu ortaya koymaktaydı, durumun Atatürk'ün gözünden kaçması düşünülemezdi.  Adımların hızlanması bu sebeptendir.  8 Temmuz 1937 de İran, Irak ve Afganistan ile SADABAT PAKTI imzaya alınmıştır.  Böylelikle Batı ve Doğu ile gerekli adımlar atılmış ve paktlar imzalanmıştır. Daha düne kadar bir birleri ile kanlı bıçaklı olan ülkeler arasında Barış ve Birliktelik rüzgarları esmeye başlamıştı.

İşte asıl sebep eski Osmanlı sınırlarında olan ülkelerin tam bağımsız olarak her konuda birlikte hareket etmeleri gerçekleşmiş olmasıydı ve başlamıştı.  Bu esinti Atatürk'ün ölümü ve onun politikalarının hükümet dışına itilmesine kadar sürecekti.

Batı dünyası , özellikle İngiliz ve Fransız devletleri telaşa düşmüş ve anlaşmaların önünü kesmek için her türlü çabayı göstermişlerdir.   Gördükleri emperyal ülke ve amaçlarının ve sömürgecilik zihniyetinin sona ereceği idi.

Şimdiye kadar bölüp yönettikleri ülkelerin tam bağımsızlık adımlarıydı. Yani bu iş sonlandırılmalıydı.   Bu amaçla 1932 yılından başlayarak 1937 yılına kadar hakikati bu gün bile anlaşılmayan derin ve büyük cinayetler ortaya çıkmıştır.   İşin enteresan yanı 1930’lardan sonra Fransa'da sömürgeciliği reddeden hükümetlerin başa gelmesi ve Türkiye'yi destekler adımların atılmaya başlanması olmuştur.  Ancak Fransız hükümetti 1930-35 yılları arasında bu siyasi görüşü destekleyen kişilerin katledilmesi ile sarsılmıştır.  1932 yılında Fransız cumhur başkanı Paul Doumer'in öldürülmesi tam bir şok olmuştur.   1934 yılında Fransa Dışişleri bakanı M.  Bartu'nun öldürülmesi tuzu biberidir.  Balkanlarda ise tam destekçi olan Yugoslavya kralı Alexander aynı yıl öldürüldü.  1935 yılında Yunan Başbakanı Venizelos darbe gibi bir seçimle hükümetten düşürüldü ve Paris'e sürüldü.  Aslında eski düşman olan Venizelos Atatürk’ün en büyük destekçisi haline gelmişti.  Böylelikle balkan paktı için canla başla çalışan bu kişi satranç tahtasının dışına itilmiştir.  1937 yılında Irak'ta Bekir Sıtkı Beyin öldürülmesi ve Süleyman Beyin Hükümetini düşürülmesi.  1932 ila 1937 yıllarında bu amaçla çalışan bir sürü önderlerin suikaste gitmesi….

Ayrıca Batı devletlerinin ve Rusya'nın da birlikte hareket ettikleri bir sürü siyası ve istihbarat girişimleri her devletin arşivlerinde ve zaman zamanda makalelere konu olmaya devam etmektedir.

İnanın daha sayfalar dolusu yazılacak bir sürü kanıt, kayıt ve bilgi var.  Ama daha ne kadar uzatabileceğimi kestiremiyorum.  Şimdilik yeter.   İşte size gerçekler.  Eğer kafamızı bir parça kumdan çıkaracak mecalimiz varsa gerçek tarihi bulmaya başlayalım.

Bu gizlenen VASİYET nereden çıktı? Neden hala gizleniyor? Ayrıca Atatürk'ün düşündüğü 17.  Yıldız nedir ve daha bir sürü sorular, bakalım daha ne kadar gizlenebilecek? Şimdi suçluları çok kısa açıklarsam, özellikle bütün cumhur başkanlarımız.  Çünkü bu toplam 105 klasörden oluşan belgeleri ve çok çok özel olan ATATÜRK'ün VASİYETİ'ni okuma hakkı onlarda idi.  Ve İnönü'den başlayarak Gül'e kadar vebal altındalar.  Kesin olarak bilen ve hatta okuyanlar ise İnönü, Celal Bayar ve özellikle Kenan Evren ve daha hepsi.  Peki bunları ifşa edenlerden kısa örneklersem,  ilk ifşaat 1968 Leventoğlu basımdan yayınlanan Av.  Mazhar Leventoğlu'nun Hakikatle kitabı,  maliye bakanı Hasan Polatkan,  İbrahin Saffet Omay.   CHP vekili.  3.  2.  1962 yıl senato konuşma tutanakları.   Pr.  Dr Hasn Köni.   Araştımacı gazeteci Atilla İlhan,  Ve en önemli kişiler hala bütün Türk hükümetlerini gizlenen dosya için mahkemeye veren, hatta Avrupa İnsan Hakları Mahkemesine kadar olayı taşıyan merhum babası ile oğlu Meriç Tümlüer.   Daha bir sürü isim.   Beni bağışlasın ve affetsinler.   Üstelik bu gizlenen dosya dahil 105 kılasör 50 yıl açılmasın vasiyetine rağmen üç defa açılmış ve gizli gizli deşifre edilip el altından dağıtılmış hatta özellikle değiştirilerek servis edilmiştir.  İnsana saygımız yok tamamda Allahtan da korkumuzun olmadığı çok açık.

Ünlü İslam alimi İbni Arabi "Taptığınız şey ayaklarımın altında" lafını acaba sadece secde etmek için o camide olan iki yüzlüler için mi söylemiş acaba? Lafın bittiği yer işte burası.   İnşallah kendimize çabuk geliriz.  Zira ben beyinsel iflasın eşiğindeyim.   Hadi bakalım AB’ciler nerede olduğumuza bakalım.

Not: Sayın Baran Aydın’a gıyabında  bu kitap için teşekkür etmek boyun borcumdur.  Ve ayrıca bu inkarı ve ahlaksızlığı yapabilenlerden olmadığım için kendime KRÜT  dediğimin ilanıdır.

Benim asla onlar gibi Türk olmadığımın ilanıdır.  Yani Türk kelimesinin tersten yazılışı ve okunuşudur.

Osan Başta

Etiketler :
HABERE YORUM KAT
UYARI: Küfür, hakaret, rencide edici cümleler veya imalar, inançlara saldırı içeren, imla kuralları ile yazılmamış,
Türkçe karakter kullanılmayan ve büyük harflerle yazılmış yorumlar onaylanmamaktadır.