Benice Logistics, kıtalar arası sanat taşıyor

Benice Logistics, kıtalar arası sanat taşıyor

Sanat eserlerine lojistik alanda hizmet veren Benice Logistics kurucusu Burak Güç, ülkemizde artan sanat trafiğinin özellikle Avrupa’da Türk imajını olumlu etkilediğini dile getiriyor.

Mesleğini severek yapan kişilerin daima daha başarılı ve huzurlu olduğu bir gerçek. Burak Güç bu kişilerden biri. Bakıldığı zaman en kapsamlı adıyla “lojistik” sektöründe çalışıyor. Ancak Güç, eşi benzeri pek bulunmayan, paha biçmenin zor olduğu şeyleri; sanat eserlerini taşıyor. Öğrenciliğinden itibaren lojistik sektöründe hemen her pozisyonda çalıştıktan sonra en son çalıştığı şirketin İstanbul’daki şubenin idareciliğine kadar devam ediyor. Sanat eseri taşımacılığı alanında yoğunlaşarak pek çok müze, galeri ve etkinlikte yer alan eserlere eşlik ediyor. Mesleğinden büyük keyif aldığını söyleyen Güç, mesleği gereği pek çok sanatçı ve koleksiyoner ile çalışıyor. “Bazılarının eserlerini seviyor, yakınlık duyuyorum, o eserlere anlam yüklüyorum. Bir kısmında da sanatçıların kişiliğini seviyorum ve bir dostluk kuruyorum. Sanatçıların büyük bir çoğunluğu, çok daha naif, dünyaya çok daha farklı ve güzel bakan insanlar. Onlardan bir sürü şey öğreniyorum” diyen Güç, sanatçıların yaptıkları işler ve düşünceleriyle bizler için dünyanın katılığını ve geçiciliğini biraz olsun yumuşattıklarını söylüyor ve ekliyor: “Böyle insanlarla karşılaşabildiğim bir mesleğim olduğu için kendini ayrıcalıklı ve şanslı hissediyorum”

burak-guc.jpgTaşımacılık, günümüzde oldukça bilinen bir iş kolu. Ancak sizin işinizde özel bir bir alanlaşma söz konusu. Sanat eserleri lojistiği üzerine alanlaşmanız nasıl oldu?

Trabzon’da doğdum ve lisenin ardından eğitim görmek için Ankara’ya gittim. Hacettepe Üniversitesi İşletme Yönetimi’nde okurken son sınıfta tesadüf eseri uluslararası çalışan bir taşımacılık şirketinde işe başladım. Okulu bitirdikten sonra da devam ettim. Bu süre içerisinde de taşımacılığın, daha kapsamlı adıyla lojistiğin birçok alt dalında çalıştım. Hava, kara, deniz gibi pek çok alanda eğitim aldım, yurt dışına gittim. Hemen her işte olduğu gibi bir süre sonra belirli bir alana yönelmeye başlıyorsunuz. İlgi alanınız doğrultusunda, uğraştığınız detay işler ve belirli bir konuda elde ettiğiniz bilgiler ve deneyimler sonucunda kendi portföyünüzü de oluşturuyorsunuz. Hem yeni bir iş alanı hem de yeni bir konu olduğu için yaptığım işler arasında sanat eseri taşımacılığı biraz daha öne çıkmaya başladı. Onun öncesinde biz yabancıların evlerini, Türkiye’ye ya da Türkiye’deki evlerini dünyanın herhangi bir yerine “kapıdan kapıya” denilen bir anlayışla taşıyan bir çalışmanın içinde oldum. Sanat da bunun devamında geldi. Benzer bir yapıda gidiyordu çünkü bizim hizmet verdiğimiz eşyalar, işler de yine çok hassas kırılabilir, çok dikkatli olunması gereken işlerdi. Yine paketleme, sandıklama, sigorta gibi birçok hizmet istiyordu.

Sanat taşımacılığına ilk İstanbul Bienali vasıtasıyla girdik. Eski antrepolarda bekletilen, gelen çağdaş sanat eserlerinin nakliyesi konusunda sıkıntı yaşanıyordu. Bu eserlerin sıradan malzemeler gibi taşınma durumu oluşuyordu ve bu durumun bir adım ötesine geçilmesi gerekiyordu. Türkiye’de bu konunun henüz bir piyasası, pazar olmadığı için buna uygun bir arz gelişmemişti. Bu alanda taşımacılığa dair bir eğitimi ya da bu alana özel şirketler yoktu.

SANAT ESERİ TRAFİĞİ AB İLE ARTTI

Peki bu alanlaşma Türkiye’de nasıl gerçekleşti?

Özel hizmetler, yani özel hizmetlerden kastım müzeler, galeriler, koleksiyonerler kapsamında düşününce 2000’lerden önceki tarihlerde pek fazla özel müze yoktu. Galeriler kısıtlı imkânlarla çalışıyordu, koleksiyonerler azdı. Daha çok kamunun elindeki müzelerden yurt dışındaki sergilere gidecek olan tarihi eserlerin taşınması, götürülmesi ve geri getirilmesi konusunda hizmet olarak vardı. Bu konuda esas gelişme Avrupa Birliği ilişkilerinin artmasıyla gerçekleşti. Artan ilişkilerle sanat eseri trafiğinde hem yurt içi hem de uluslararası boyutta büyük bir aşama kaydettik. Avrupa Birliği ile Türkiye’nin yakınlaşması 2000’li yıllarda oldu. Ancak hiçbir şey resmi, kağıda yazılı hâliyle mümkün olamıyor. Hayat sadece “Kağıda yazdık, üye yaptık”la olmuyor. Doğal olarak taraf olan ülkeler, bir tarafta Türkiye ve üye olan diğer Avrupa ülkelerindeki insanların bu anlaşmayı içten kabul edebiliyor olması da önemli. Türkiye, Makedonya veya Bulgaristan gibi küçük bir ülke değil. Avrupa Birliği için de nüfus, tarih ve ekonomik açıdan önemli bir ülke. Böyle bir öneme sahipken Avrupa toplumu için kabul edilebilirliği önemli bir konu. Yalnızca siyasi anlamda bir kabul yeterli değil. Avrupalıların nezdinde Türk imajının doğru anlaşılabilmesi için, sanat veya sanat yoluyla tanıtımın çok daha önemli olduğunu fark ettiğimizi düşünüyorum. Böylece Avrupa ve Türkiye arasında çok fazla sanat ve sanatçı köprüsü, ortak sanat organizasyonları yapılmaya başlandı. Bu iş birliğinin fiziki görüntüsü sanat eserlerinin ülkeler arasındaki gidiş-gelişlerini ortaya çıkardı. Bu değişimden sonra Türkiye için yoğun bir sanat trafiği oluştu. Biz bu noktada devreye girmiş olduk. Bu eserlerin taşınması, güvenliği, paketlenmesi ve bunlara ilişkin yöntemler önemli hâle geldi. Biz de bu dönemde daha hızlı öğrenerek, büyüyerek resmi ve özel kurumlara hizmet verir olduk.

sanat-eserleri.jpgSANAT ESERİNİ SÜİSTİMAL EDENLER DE VAR

Uluslararası boyutta bu işin oldukça fazla prosedürü olmalı?

Sanat eserlerinin dolaşımı iki nedenle oluşabiliyor. İlki bir fuara katılmak, bir galeride sergilenmek üzere götürülüp geri getirilmesi üzerine. İkincisi ise satın alınmak üzere, ülkeden kesin çıkışı. Geçisi olarak gidiş-gelişlerdeki prosedür bir iki yöntemle uluslararası anlaşmalar çerçevesindeki evraklar üzerinde yürüyor. Yani Türkiye’nin de taraf olduğu “geçiçi dolaşım anlaşmaları” var. Bu anlaşmalara göre uluslararası doküman düzenleniyor, kısacası biz yurt dışına çıkarken yaşadığımız prosedüre çok benzer. Geçiçi bir şekilde gittiği için bu dolaşım süreci içerisinde sorumluluk bize ait oluyor. Bir eser satın alınarak Türkiye’ye getirilmiş ise buna yönelik ithalat yönetmeliğindeki kurallara uygun olarak işlemler yapılıyor. Aynı şekilde yurt dışına çıkan eserler içinde bu kurallar geçerli. Ülkeler ithal ettikleri sanat eserleri için vergi alabiliyor. Fakat genel olarak dünyada şöyle bir uygulama var: Ülkeler sanat eserlerinin kendi ülkelerine girişlerini mümkün olduğunca kolaylık sağlıyorlar. Bu durum zaman zaman suistimal de ediliyor. Sanat eseri kapsamında başka türden eserleri ya da vergisinden kaçınmak için kıymetli maddeleri sanat eseri gibi göstermeye çalışarak ülkeye sokmak isteyenler olabiliyor.

Türkiye’ye bir sanat eseri getirildiğinde prosedür nasıl işliyor?

Şu an Türkiye’ye girişte bir katma değer vergisi ödeniyor. Ama onun haricindeki gümrük vergisi konusu sanat eserlerinin bir çoğunda uygulanmıyor. Ancak sanat eseri tanımının çok genişlemiş olması nedeniyle, hangi nesnenin sanat eseri, hangisinin olmadığı çok göreceli bir durum. Böyle de olunca bu suistimali engellemek için devlet bazı maddeleri, bazı konuları vergiye tabi hâle getiriyor. Son yıllarda uygulanan sanat eseri içerisinde “kolaj” diye bir tür var. Değişik materyalleri üst üste bindirilerek veya bir araya getirilerek oluşturuluyor. Fakat kolaj dediğiniz zaman bu konuda kullanılan malzemeler çok geniş bir yelpazede ve devlet “kolaj” kelimesinden oluşan eserlerde ithalatta vergi uygulayabiliyor. Yıllar önce iki farklı araba gövdesinin ortadan kesilerek birbirleriyle birleştirildiği, dışarıdan araba gibi görünse de aslında içinde motor veya herhangi bir aksam olmayan bir sanat eseri getirmiştik. Gümrük geçişi sırasında, “Araca motor koysanız çalışır mı?” ya da “Bu arabayı ülke içerisinde satacak mısınız?” gibi sorgulamalar olmuştu. Devlet bu noktada getiren kişiye veya kuruma, getirme maksadına ve daha önce yaptığı işlere hatta bunu yapan sanatçının geçmişte yaptığı işlere bakıyor.

benice-logistics.jpegTaşıdığınız eserler hem maddi hem manevi olarak oldukça değerli. Bu işte tercih edilmek için en büyük referansınız nedir?

Güven, en önemli referans olabilir. Yıllar boyu yavaş yavaş başlayarak bir isim oluşturuyorsunuz. Bu her iş için böyledir. Eserler, yeniden üretilebilir ticari bir ürün olmadığı için bu işi çok dikkatli bir şekilde, riskleri göz ardı etmeden, iyi planlayarak gerçekleştirmeniz gerekiyor. Bunu birkaç defa hatasız şekilde yaptığınızda karşınızda hizmet verdiğiniz kişi veya kurumlarda bu güveni oluşturuyorsunuz. Geçmiş referanslar sayesinde belirli bir konuma sahip oluyorsunuz.

Herhangi bir şekilde esere zarar geldiğinde sorumluluk kime ait?

Eserin yurt dışından geldiğini düşünelim; geliyor ve sandığın dışında bir şey yok. Dik duruyor ve etiketi düz duruyor. Ancak darbe etiketi kırmızı ise eseri o anda almıyoruz. Önce tutanakla tespitini yapıp sigorta şirketine bilgi veriliyor. Sigorta “Olduğu noktada açın ve içini görün” diyebilir veya “Tamam sorumluluğu alıyoruz, getirin ve alıcının mekânında açın” diyebilir. Sizin kontrolünüzün dışındaki taşıyıcılar veya depolar devreye girdiği anda bir takım sorunlar ortaya çıkabiliyor. Çünkü bu yerlerde ticari taşımanın yapıldığı, akan bir sistem var. Her ne kadar uyarsanız da bu etiketler olmazsa dikkat kaybolabiliyor. Tabii ki sanat trafiği arttıkça, sanat eseri terimini gördüklerinde havalimanı ve depolarındaki hassasiyet artıyor.

İLK İŞ KEŞİF ZİYARETİ

Taşıyacağınız sanat eseri, örneğin bir heykel, tablo veya çok farklı bir eser olabilir taşıma öncesi ne gibi bir hazırlık yapıyorsunuz?

Öncelikli olarak biz “keşif ziyareti” dediğimiz eseri yerinde, fiziki anlamda görmeyi çok önemsiyoruz. Türkiye’den gidecek bir işle ilgili konuşuyorsak. Yurt dışından gelecek bir eserle ilgili konuşuyorsak onu ya yurt dışındaki partnerlerimizle yaptırıyoruz, bazı durumlarda biz de gidiyoruz. Zaten taşıyacağımız eserin sanatçısının bir adı varsa ve biz daha önce onunla çalışmışsak bu sanatçı ve eserleri ile ilgili bir tecrübemiz vardır. Bu sanatçının kullandığı malzeme budur, şunlara dikkat eder ve şöyle paketleriz gibi bilgiler bizde vardır. Ama daha yeni türden olabilecek işler, yeni bambaşka konular çıkıyor ortaya. Özellikle çağdaş sanatta biliyorsunuz, inanılmaz geniş bir malzeme kullanım portföyü var. Böyle olunca da gidip yerinde eserin tespiti lazım. Eserin çıkarılacağı mekâna dair yükseklik, merdiven, kat farklı, cam ve kapıların genişliğine kadar onlarca konuyu tek tek ölçmeniz lazım. Geçtiğimiz sene Yapı Kredi Kültür Sanat’ta taşımacılığını yaptığımız Sagalassos sergisi çok kapsamlı bir sergiydi. Bu sergi için de en az bir hafta giderek bütün eserlerin boyutlarını, ağırlıklarını, zayıf noktalarını, nerelerinin tutulabilir olduğunu, kaldırılabilir olduğunu bizden önce onu oraya getirenlerden de bilgi alarak hazırlandık. Bazı eserler bütün gözükse de aslında oraya getirilirken parça parça olduğunu getirildiği mekânda birleştirildiğini görebiliyorsunuz. Bu şekilde olunca hem arkeologlar, hem sanat tarihçileri, hem de müzenin görevlilerinin tavsiyeleriyle bir plan oluşturuluyor. Ne kadar zamanda taşınacak, ne ile sarılacak nasıl bir sandığa yerleştirilecek, destekler nasıl sağlanacak diye her bir eser için tek tek çalışıyorsunuz. Bizim işimizde en önemli konu, zamanı kısıtlamadan sakince alıp hiçbir sarsıntıya neden olmadan koymak. Bunun haricinde bazı tarihi eserlerin çok hassas olanlarının bazı nem ve ısıda taşınma durumunda araçlarda o şartları sağlayacak düzenekleriniz olması lazım. Tüm bu koşullar ve gereken paketleme sağlandığında genellikle eser ile birlikte yolculuk ediyoruz. Ancak bazı durumlarda eserin uçakla taşınması gerektiğinde burada havayolunun deposuna teslim ediyoruz onlar daha sonra uçağın içerisine yerleştiriliyor. Sonra gittiği yerde yeni bir yere taşınıyor. Tüm bu süreçler içerisinde sandığın bizim teslim ettiğimiz gibi durduğundan, hiç yan yatmadığından ve darbe almadığından emin olmamız gerekiyor. Bunu sağlayan teknolojiye sahibiz. Özel etiketler sayesinde eğer açıyı değiştirirseniz veya sandık darbe alırsa bunu görebiliyoruz.

DİKKAT SANAT ESERİ VAR

Unutamadığınız en ilginç deneyim nedir ya da sizde iz bırakan bir iş oldu mu?

Çanakkale’deki Çanakkale Savaşları Enstitüsü’ndeki kütüphanenin oluşumunda en büyük sayıdaki kitabın bağışlanarak bizim tarafımızdan her birine dokunarak, bakarak taşımış olmak benim için güzel bir hatıradır. Uğural Vanthoft Koleksiyonu, hem benim için hem de Türkiye için önemlidir. Yine Mevlana Müzesi’nden İstanbul’a eser taşırken herkesin camın arkasından baktığı bu eserlere dokunmak ve elinize alıp bir yere koymuş olmak daha başka bir duygu veriyor. Bunlar haricinde İstanbul Bienali kapsamında çok değişik ve eğlenceli işler yaptık. 2015 yılında Büyükada’da deniz kıyısında Adrian Villar Rojas’a ait devasa hayvan heykelleri vardı. Bu heykellerin yapım süreci, parçaların getirirlmesi ve bir kısmının geri dönüşü ile biz ilgilendik. İçlerinden bir tanesi ayı olan, 2015 yapımı “The Revenant” Diriliş filmine ithafen Leonardo DiCaprio tarafından satın alındı ve Monako’ya gönderildi. Heykel, açık artırma ile satılarak yine doğa koruma vakıflarına bağışlandı. Yine Adrian Villar Rojas’ın Torino’da yaptığı bir iş için Türkiye’den yaklaşık on tır kaya ve eski malzemeler göndermiştik. Orada onlardan bir kompozisyon çerçevesinde bir anıt, heykeller dizisi yapmıştı.

Yine İstanbul Bienali kapsamında sanatçının memleketi olan Çin’den Türkiye’ye boğa getirmemiz istendi. Ancak bunu sanat eseri taşımacılığı olarak adlandırmak ve prosedürlere uygun kılmak mümkün olmadı. Onun yerine Türkiye’den bir boğa seçildi. Bienal kapsamında yine pirana getirip götürmüştük. Almanya’dan 12 metre boyutunda düşüp kurumuş bir kuru ağaç getirmiştik. Sergisini yaptığımız taşımaların çoğunluğunun açılışına katılır ya da sonrasında onu görmek isterim. Eseri anlamaya ondan zevk almaya çalışırım. Onunla ilgili bir şeyler biriktirmeye, öğrenmeye çalışırım.

KAYNAK: YENİ ŞAFAK GAZETESİ

LOJİPORT

HABERE YORUM KAT
UYARI: Küfür, hakaret, rencide edici cümleler veya imalar, inançlara saldırı içeren, imla kuralları ile yazılmamış,
Türkçe karakter kullanılmayan ve büyük harflerle yazılmış yorumlar onaylanmamaktadır.