Günümüzde, dünya petrollerinin yaklaşık %35'i Suudi Arabistan, Irak, Suriye, Libya gibi bölgelerde bulunuyor. Bilindiği üzere Suudi Arabistan, Irak ve Suriye olarak bilinen topraklarımızı bu sıralar pek de sevilen (!), gök-han diye yerlere göklere sığdırılamayan Sultan Abdülhamit kaybetmişti. Padişah Abdülhamit'in muzafferler muzafferi, üst akılların efendisi, büyük oyunun kurucusu, bileği bükülmez şah-ı ekrem bir adem olarak resmedilmesi tarih bilmezlik değilse ancak karikatürize edilebilecek bir aciziyet ifadesidir, o kadar. Bugün, Suudilerin 1933'te kurduğu Arabian American Oil Company (Aramco) 2 trilyon doların üzerindeki piyasa değeriyle dünyanın en değerli ilk üç firması arasında yer alıyor. Elimizden kaçanları görüp ders çıkarmak gerekirken, bunca varlığın yitirilmesine sebep olanlara mesnetsiz bir hayranlık körüklemek vizyonsuzluk değilse nedir?
Vizyon demişken, bu yazımızda petrol sonrası dünyaya hazırlık yapan OPEC ülkelerine bir bakış atalım istiyorum. Malumunuz, dünyamız ürettiği petrolden fazlasını tüketiyor. Petrolü yeniden keşfedip, ticarileştirip, sanayide, kimyada, sağlıkta, kısaca yaşamın hemen her kısmında değerlendirmeye başlamamızın üzerinden yaklaşık yüz elli sene geçti. 2023 itibarıyla toplam rezervlerin yaklaşık %50'sini tükettik. Petrol tüketimimiz geometrik olarak, katlanarak artıyor. Bu hesapla, yaklaşık 100 sene içinde tüm petrolü tüketeceğiz demektir. Bilinçli kararlarla, sürdürülebilir enerji kaynaklarının artırılması, fosil yakıtlı kara, hava, deniz araçlarının farklı enerji yöntemlerine geçmesi, plastik ve türevi atıkların daha etkin yeniden kazanımıyla, bu 100 sene belki 150 seneye uzatılabilir ancak iki asır olması oldukça zor görünüyor.
Petrol zengini ülkelerin bir kısmı şimdiden petrol sonrası dünya hakkında öngörülerde bulunup, petrol gelirleri olmadan ekonomilerini, milli bütünlüklerini nasıl koruyabileceklerinin simülasyonunu yapmaya başladılar. Bu konuda da körfez ülkeleri başı çekiyor. Ortalıkta bir panik havası yok. Oldukça mantıklı kararlar alıyor ve ekonomilerini ellerinden geldiğince farklılaştırmaya çalışıyorlar.
Venezuela gibi 'tek adam' rejimi altında ezilen, kaynakları heba edilen, milyarlarca dolarlık petrol kazancının bir damlasının bile halka fayda sağlamadığı ülkelerde ise iktisat biliminde "oil curse" olarak ifade edilen petrolün laneti gerçeği yaşanıyor. Aslında Venezuela, petrol rezervleri bakımından dünyanın en zengin ülkesidir. Chavez döneminde esen 'diriliş' rüzgarları, Bolivarcı bu ülke, kasaba kurnazı bir otobüs şoförünün yönetimine geçtiğinden beri büyük fakirlik ve acılarla yüzleşiyor.
Bir ülke yüksek gelir kaynağı elde ettiği bir endüstriye bağımlı kaldığında -ki çoğunlukla petrol bu senaryoda baş roldeki üründür- bir süre sonra gerek rehavet ve tembellikten, gerek yolsuzluktan, gerek farklılaştırmadığı ekonomisinin tüm ürünleri ithal etmesinden dolayı çöküşe girer. Diversification, yani farklılaştırma bir ülke ekonomisi için en doğru karardır. Petrol gibi, altın gibi, görece kolay servet yaratan kaynaklara sahip ülkelerin sırt üstü yatıp "Nasıl olsa para geliyor." diyerek, eğitim, adalet, sanayi, altyapı yatırımları yapmamaları sonucunda yıkıma sürüklenmesine terminolojide petrolün laneti denir.
Petrolü temel gelir kaynağı olarak kabul edip, şeffaf bir yönetim anlayışı benimseyen, oyunu kuralına göre uygulayan, işkembelerinden iktisat teorisi üretmeden (bkz. hattrick sebep, Messi sonuç), doğru adımlarla ilerleyen ülkeler de var elbette. Buna en güzel örnek olarak Norveç verilebilir. Norveç, petrol bulunana dek, kuzeyli ve yalnız bir ülkeydi. Biz Norveç'i Knut Hamsun'un kitaplarından tanıdık. Petrol sonrasında kazanılan gelirler Norveçliler adına kurulan varlık fonunda değerlendirildi. Doğru yatırımlar yapıldı. Eğitim öncelendi. Devlet yöneticileri halkın bir kuruşunu dahi çarçur etmediler. Lüks ve şatafata dayalı hayatlar içine girmeyip "Ne yaparsak ülkemiz için yaparız. Ülkemiz de bizim için var." felsefesini şiar edindiler. Bizim varlık fonumuz (aslen bizimkine yokluk fonu denmeli) elde avuçta hangi işletme varsa, yok pahasına Araplara satma gayretkeşliğinde boğulurken bugün, Norveç Varlık Fonu 1.8 trilyon dolarlık bir değere ulaşmış durumda. Toplam nüfusu altı milyona bile ulaşmayan bir ülke için hiçte fena değil.
Petrolün tükenmesinden sonra gelir kaynaklarının kuruyacağını bilen körfez ülkeleri içinde en dinamik olanlardan biri Birleşik Arap Emirlikleri'dir. Kurmuş oldukları MIC (Mubadala Investment Company) ile yerel ve uluslararası uzay-havacılık, yüksek teknoloji ve altyapı şirketlerine yatırımlar yapıyorlar. Diğer yandan, sundukları görece yüksek maaş paketleriyle dünyanın birçok noktasından konusunda uzman akademisyenleri ülkelerine çekmeye çabalıyorlar. Jebel Ali, günümüzde Singapur'la yarış halinde olan ve oldukça etkin olarak yönetilen bir transit limanı haline getirildi. Düne kadar çöl tozundan göz gözü görmeyen düzlüklerde deve otlatan Araplar imkanlarını akıllıca değerlendirdiler. Örneğin, bugün Dubai merkezli liman operatörü DP World 2024 itibarıyla elliden fazla ülkede liman işletmeciliği yapmaktadır. Üç tarafı denizlerle çevrili ülkemizde ise devlet limanlarımızın özelleştirme adı altında yabancı şirketlere neredeyse hibe edildiğini üzülerek izliyoruz.
Emirliklerin yaptığı bu ekonomik farklılaşma hareketi Suudileri de harekete geçirdi ve Prens Bin Salman 2030'a kadar ülkenin petrole bağımlı ekonomisini çeşitlenmiş hizmetler ve endüstriyel yatırımlarla güçlendirme hedefi koydu. Bu konuda NEOM ve Kızıldeniz Projesi gibi projeleri etkin bir şekilde hayata geçirmeye çalıştıklarını görüyoruz. Ülkelerinde kadın hakları, sosyal özgürlükler gibi kırılması zor gibi görülen alanlarda ufak çaplı devrimler yaparak uluslararası turizme de uygun ortam yaratmaya çalışıyorlar.
Bizim ülkemizde köktencilik birinci ağızdan, direkt partili Cumhurbaşkanınca politik kampanya malzemesi haline getirilip halka satılmaya çalışırken, köktenciliğin mucidi Suudiler burkalarından, çarşaflarından, geri kalmışlığın pasından silkiniyorlar. Bu yazıyı yazdığım günün öncesinde Sn. Cumhurbaşkanı "Benim çarşaflı, şalvarlı, sakallı vatandaşımı eleştiren diziler istemiyoruz." diyerek kendisinden beklenen bir beyanat vererek gericiliği baş üstüne yücelten bir tavır sergiliyordu. Suudiler Mersin'e, Türkiye ise tersine durumu. Hatta, geçtiğimiz aylarda Suudi Arabistan'daki ilk güzellik yarışmasının yapılmasının hedeflerinden biri de buydu. Artık, neredeyse günde en az bir kişinin kafasının kesilerek idam edildiği bir korku krallığı olmadıklarını cebi parayla dolu turistlere anlatma derdinde gibiler. (Not: 2024'ün ilk 9 ayında Suudi Arabistan'da iki yüzden fazla mahkum idam edilmiştir.)
Emirlikler, Abu Dhabi'de kurulan Masdar City Project ile yenilenebilir enerji yatırımlarında da var olduklarını uluslararası cemiyete gösterdi. Yetkililer 2050'ye dek ülkenin tüm enerji tüketiminin %50'den fazlasının rüzgar ve güneş enerjilerinden sağlanacağını beyan ediyorlar. Bununla da yetinmeyerek, belki de dünyada bir ilk olarak Yapay Zeka Bakanlığı'nı kuran BAE'yi tebrik etmeliyiz. Bu yarışta varlığı hissedilen Suudi Arabistan ise PIF (Public Investment Funds) kaynaklarını teknoloji, çağdaş tarım, bilişim konulu start-up'ların finansmanında etkin olarak kullanıyor. PIF'in portföyünde bulunan şirketlerden biri UBER desek sanırım rüştünü ispat etmiş oluruz. Bugün PIF'in portföy değeri 1 trilyon dolara yaklaşmış durumda. Suudiler bununla da yetinmiyor ve Nitaqat Programme isimli düzenlemeyle hem özel girişimin önünü açıyor, yolunu düzlüyor, hem de işgücü ve insan kaynaklarının özlük haklarını çağdaş bir seviyeye çekmeye çabalıyorlar.
Suudi Arabistan'ın yürüttüğü bir diğer ekonomik farklılaştırma stratejik paketi ise NIDLP (National Industrial Development and Logistics Program) odak noktasına özellikle lojistik endüstrisini almış durumda. Ülkeyi bölgenin lojistik üssü yapacak liman, depo, yol, teknoloji, yazılım, personel cenneti haline getirmeyi hedefliyorlar. Bu girişimlerin enerjisini ise, Sakaka Solar Plant ve Dumat al-Jandal Rüzgar Çiftliği girişimlerinden üreterek petrolden sonra da varız mesajını hem kendi vatandaşlarına, hem yabancı yatırımcılara hem de dünyaya duyuruyorlar.
Araplar, yüzyıllara yayılan bağnazlık, cehalet, salafist-vahabi köktenciliğin kendilerine bir gelecek sunmayacağını açıkça görmeye başladıklarından kartlarını kadın-erkek eşitliği, çağdaş yaşamın kurgulanması, özgürlüklerin tahsisi, insan haklarının küresel normlara çekilmesi, kültürel girişimlerin desteklenmesi hedeflerine oynamaya başladılar. Doğru karar!
World Economic Forum'un 2023 tarihli rekabet üstünlüğü raporuna göre Türkiye, 141 ülke arasında (petrol gelirleri hariç tutularak) 61nci sırada. Suudi Arabistan ise petrol gelirleri dahil edildiğinde 36ncı, ancak petrolü çıkarırsak kuvvetle muhtemel en sonlara düşmeleri olası. Onlar da bu acı sonla karşılaşmamak için hummalı bir çabanın içindeler.
ECI (Economic Complexity Index) 2023 raporunda göre Türkiye, 41nci sırada. Suudiler ise enerji (petrol diyelim) dominant ekonomilerinden gelen omuzla bizden üstte, 34ncü sıradalar. Bu mukayese ne denli doğru emin değilim zira Türkiye'nin ekonomik farklılaşma oranı Suudi Arabistan'a göre çok ileride. Ülkemizdeki ağır sanayi, hizmetler (lojistik, turizm..vb), havacılık, askeri üretimler, kimya ve tarım dikkate alındığında bizim elimiz biraz daha kuvvetli.
Petrol sonrası dünyaya hazırlıkta her atılan adım doğru ol(a)mayabiliyor. Özellikle Emirliklerin "Gel, kim olursan gel, yeter ki paranla gel." yaklaşımı orta vadede bu ülkeleri kara-para aklama cenneti haline dönüştürecek gibi. Yasadışı kumar baronları, geçmişi ve yaptığı işler karanlık Slav oligarkları, kaçak mafya babaları bu bölgeyi kendilerine yurt edinmiş durumdalar. Gerek vergi avantajları, gerekse finansal serbestiler sebebiyle Emirliklerin kirli finansal işlemlere göz yummasına piyasalar sonsuza dek tahammül etmeyebilir. Halkbank'ta bizim başımıza geçirilen takke nedense Emirliklerin başına geçiril(e)miyor. Halbuki, günümüzde İran'ın arka bahçesi olmuş durumdalar. Görüyorsunuz, para Sünni - Şii gerilimini bile dindiren bir ilaç görevi görüyor.
Dubai, yirmi dört saat uyumayan bir gece kulübüne dönmüş durumda. İçki su gibi akıyor, lüks tüketim göze batarcasına özendiriliyor ve dünyanın paralı kesimi, vergiden muaf, kaynağı pek de sorgulanmayan servetlerini bu bölgeye 'park' etmeye özendiriliyorlar. Arabasında bir bardak içki bulunduğunda falakaya yatırılan Suudiler, hafta sonu olduğunda Bahreyn'e geçip tabiri caizse "hurilerin" ve alkolün harman olduğu eğlencelerde kendilerini kaybediyorlar. Çağdaşlıkla dejenerasyonun karıştığı görüntüleri ve haberleri birlikte izliyoruz.
Tüm bu girişimlere rağmen Arap Yarımadası'nın çadır devletlerinin varlıkları oldukça kırılgan. İçinde bulundukları petrole bağımlı rehavetten kolayca sıyrılamayacak gibi görülüyorlar. Avrupa'yı kalkındıran kültür, sanat, felsefe, bilim, şeffaf devlet yönetimi, bağımsız hukuk sistemi şimdilik buralarda yok. Bu gereksinimleri tahsis etme niyetleri var mı o da tartışılır. Petrol sonrası dünyada su ve bilgi petrolün yerine geçmiş olacak. Bilgiyi sadece aldım, sattım, kâr ettim bilgisi olarak değerlendirmeyiniz. Bilgiyi özgür düşünce, felsefe, bilimin yol açtığı çağdaş yaşam, şeffaf ve hesap veren yönetimlerin dürüstçe çalışması, savaşı değil, milletlerin işbirliğinden ve dostluğundan ortak fayda üretme çabasında olan toplumların sahip olduğu bilgi olarak değerlendirelim.
Petrol sonrası dünyada su kaynaklarını temiz tutup koruyabilen, kültür hazinesini toplumun ortak katılımıyla zenginleştiren, sanatçılarını, sporcularını, bilim insanlarını, üretime katkısı olan her emektarı el üstünde tutan, kişisel zenginleşme yerine dünyanın tüm canlılarını düşünerek barışa yatırım yapan açık toplumlar söz sahibi olacaklar. Günümüzle petrol sonrası dünya arasındaki geçiş bir kırılma, hızlı bir ayrışma şeklinde olmayacak. Yavaş yavaş kararların yukarıdaki zümrelerce verildiğini, bu toplumların sesinin daha çok duyulduğunu, özenilen coğrafyaların kendi cehennemlerini cennete çevirmeyi başaran iradelerin çoğunlukta olduğu yerler olduğunu göreceğiz. O zamanın ufkunda kendimize yer arıyorsak, Atatürk'ün vaktiyle çizdiği ülküyü rehber edinmekten başka yolumuz yok gibi. Siz ne dersiniz?