Gazze, bizim yani Türkiye'nin meselesi değildir. Bunu ilk cümlede belirteyim. Türkiye'deki siyasi ortam özelinde Gazze, Recep Tayyip Erdoğan'ın kişisel meselesi olabilir ancak Cumhuriyetimizin çıkarlarını gözetmek Cumhurbaşkanının daha öncelikli meselesi olmalıdır. Gazze konusu bir insanlık meselesidir ve dünya üzerindeki tüm ülkelerin konunun çözümü adına dahlini gerektirir. Bu çözümün yaratılacağı yer Birleşmiş Milletler örgütüdür. Gazze'nin öncesinde Çin'in mezalimi altında inleyen Türkistan'daki soydaşlarımızın meselesini ise ne Türkiye, ne Recep Tayyip Erdoğan ne de dünya ülkeleri dile getirmektedir.
Bildiğiniz üzere, partili cumhurbaşkanı döneminde (tek adam dönemi) 'kaptan' dümeni nereye çevirirse tebaa da o yöne dönmektedir. Dün AB'ciydik, yarın BRICS'çi olabiliriz. Uluslararası ticarette mesnetsiz, vizyonsuz, sonuçları tüm Türk Milleti zararına olan kararları tek adam döneminde sıklıkla gördük. Klavyenin tüm tuşlarına aynı anda basarak mükemmel bir roman yazamazsınız; hatta anlamlı hiçbir şey yazamazsınız desek daha doğru olur. Bu sıralar Türkiye'nin izlediği dış politika da bu şekilde kurgulanıyor ve hepimizi utandırıyor.
Biz hangi takımı tutuyoruz, bilen var mı? Bir Arap Birliği konferansında boy gösteriyoruz, bir Nato'da, bazen AB yanlısıyız, kimi zaman Rusçuyuz, çoklukla İsrail karşıtıyız ama aktif ticareti de bozmuyoruz, Esad'a bir terörist diyoruz bir kapısında randevu sırasına girip görüşme fırsatı arıyoruz, Sisi'yi önce döverken sonrasında övüyoruz. Benzer örnekler çok, kafalar karışık. İmajımız, ciddiyetimiz kredibilitemiz gibi, oldukça düşük. Ne İsa'ya yaranabiliyoruz, ne Musa'ya.
Bildiğiniz gibi İsrail'in Hamas teröristlerince kendi topraklarına yapılan geniş kapsamlı saldırıya verdiği tepki oransızca sert olmuştu. Mazisi binlerce yıl önceye giden bu husumetin günümüzde büyüyerek, en acımasız ve kanlı haliyle devam ettiğini görmek tüm insanlık adına bir utançtır. 2023 yılının Ekim ayında başlayan bu dehşet verici çatışmalar günümüzde İran, Lübnan ve Suriye'nin de içine dahil olduğu bölgesel bir savaşa evrildi. Hükümetimiz, 2024 yılı Nisan ayı içinde aldığı bir kararla önce elliden fazla ürünün İsrail'e ihracatını yasakladı. Bu kararın ardından, 9 Mayıs 2024'te alınan bir kararla İsrail'e yapılan tüm ihracatlar ve oradan gerçekleşen ithalatlar süresiz olarak durduruldu. Bu karar içinde bir 'cep' açıldı ve Filistin alıcılı yüklerin Ashdod ve Hayfa Limanları üzerinden ticaretine ise dokunulmadı. Filistin'in defakto bir ülke olduğunu, kendi gümrük idaresinin olmadığını ve Filistin'e giden yüklerde gümrük vergilerinin İsrail devletine ödendiğini de belirtelim.
Kontrol ettiğim kadarıyla, Birleşmiş Milletlerin, AB'nin, Arap Ligi'nin, Rusya'nın veya herhangi başka bir ülkenin benzer bir kararı henüz yok. Dünyada bir tek ülke Türkiye, bizim sınırlarımız, çıkarlarımız dışında kalan bir coğrafyadaki çatışmalar sebebiyle ilk başta saldırı altında kalan bir ülke ile ticareti kesiyor. Dünyadaki tüm mazlumların hamisi biz isek (-ki olabiliriz, sorun görmüyorum) ve o mezalimin müsebbibiyle ticari ilişki kesme kararı alma hüviyetini tek bir kişiye vermişsek, Çin Halk Cumhuriyeti ile neden ticarete devam ediyoruz? Oradakiler de Müslüman, üstelik Türkler. Tekrar yazayım, Gazze Türkiye'nin değil, sebebi muallak şekilde sadece Recep Tayyip Erdoğan'ın kişisel meselesidir.
AKP, çatışmaların başlamasından ancak altı ay sonra, o da tabanından gelen baskılarla, tabiri uygunsa 'gaz almak' amacıyla İsrail'le ticareti önce askıya aldı, ardından tamamen durdurdu. Acaba durdurdu mu? Bu süreye kadar, enerji, metalurji, madencilik gibi akçesi bol sektörlerde İsrail'le ticaretin marşandizi, başat tüccarlarımız genellikle Sn. Cumhurbaşkanının çok yakın çevresinden olan kişilerdi. Tavşana kaç, tazıya tut politikası duvara toslayıp, itirazlar yükselince biraz da isteksizce senede 6 milyar Doların da üzerinde iş yaptığımız kadim müşterimizi kapı dışarı etmek durumunda kaldık. Elbette, bu görüntü sadece AKP'nin yerlere kola döküp, kahveci basıp, hamburgerci yağmalayan 'çok nitelikli' seçmeninin yüreklerine su serpmiş olması dışında bir fayda sağlamadı ve ülkeye büyük bir maliyet yarattı.
Peki, İsrail'e sevkiyatlar durdu mu? Yanıt, hayır. Ülkemizde siyasi konjonktürü ticaretin akışkanlığıyla paralel değerlendirmemek gerekir. Sermayenin milleti yoktur ve her zaman akacak bir yol, yön bulur. Geçtiğimiz günlerde bölgenin büyük konteyner hatlarının birinde pazarlama müdürlüğü yapan bir meslektaşımla sohbet etme imkanım oldu. İsrail'e taşımaların yoğun temposundan bahsetti. Evraklar 'Yunanistan'a' düzenleniyor, yüklemeler Pire Limanı'na yapılıyor, dedi ve devam etti, "Pire'ye inen yük, evrak değişikliğiyle transit olarak Ashdod'a sevkediliyor. İki farklı set fatura düzenlenmesi lazım. Türkiye'den gidenlerde alıcı bir Yunan firması, Yunanistan'dan sonra ise gerçek İsrailli firma gösterilebilir. Yüklerin üzerinde, evraklarda Türkiye ile ibarelerin olabildiğince silinmiş olunmasına dikkat edilmeli."
Bu haberin ardından Yunanistan'da freight forwarding işiyle uğraşan 15 yıllık arkadaşım Nicolas Georgiadis'i aradım. O da Türkiye'den gelen transit yüklerdeki artışı doğruladı. Burada bir transit ticaret firmasına ihtiyacınız var, bağlantınız yoksa bizim gibi birçok forwarder o işi sizin adınıza çözüyor merak etmeyin dedi. Sonrasında benimle fiyatları paylaştı. Bir de bu durumu İsrail, Hulda'daki tanışım Mikhail Uhlmann'a sorayım da her iki tarafın ticari yaklaşımını test edeyim dedim. Mikhail'in yaklaşımı biraz daha negatifti. "Siyasetçilerinizin son tavrından sonra kimse marketlerde Türk mallarına dokunmak dahi istemiyor. Raflarda Türk zeytinyağlarının bulunduğu reyon dolu duruyor, tüketiciler tercihlerini farklı ürünlere yönlendirdiler." dedi. Buna rağmen, Türkiye'den ithal edilen yüklerin %30 maliyet artışına rağmen Yunanistan üzerinden geldiğini doğruladı. Özetle, İsrail'le ticareti durdurma kararımızın havada kaldığını görüyoruz. Bir kere, karar alınmış ancak ticaret akıyor. İkincisi, ülkemiz adına ihracat potansiyelini sekteye uğrattığımız yetmiyormuş gibi bir de çok sevgili Yunanistanlı komşularımızı dolar milyarderi yapıp senelik yaklaşık 1,3 milyar Dolarlık bir ciroyu kendilerine hediye etmiş oluyoruz. Onlar da, cepleri para görünce Datça sahillerine asker yollayıp gezintiye çıkartıyorlar.
İçinde bulunduğumuz trajik tablonun iki baş aktörü Netanyahu ve Erdoğan'dır. Hamas teröristlerinin masum insanlara saldırıp yüzlercesini çoluk, çocuk demeden katletmesi hadisesine kadar Netanyahu koltuğun ucuna gelmiş, düşmek üzereydi. Seçmen üzerinde kabul oranı %10'ların altına düşmüştü. Bugün o koltukta oturuyorsa bu kanlı savaş sebebiyledir. Bir bakış açısıyla bu ikilinin iktidarda kalmak adına birbirlerine ne denli ihtiyaçları olduğunu da kanıtlamaktadır. Türkiye ekonomik, hukuki, eğitimsel, sosyal, güvenlik krizlerinin en şiddetlisiyle yüzleşirken, Erdoğan koltuğun ucuna gelmişken benzer şekilde birden "Çanakkale'den Gazze'ye" naralarının duyulması ve Gazze'nin "bizim meselemiz" ilan edilmesi de Netanyahu'nunkinden farklı bir kimyaya sahip değil; biri diğerinin laciverti o kadar.
Sonuç olarak, siyasi erkin yolunu, izleğini kaybetmiş politikalarının, vizyonsuz ve tribünlere oynayan söylemlerinin en büyük zararını yine yüce Türk milleti çekmektedir. Bölgede barışı tahsis edebilecek, üst akıl olarak görülen, devlet kültürü tarihi binlerce yıla uzanan Türkiye Cumhuriyeti'nin imkanları liyakatsizce çarçur edilmektedir. Eğitim seviyesi, temsil becerisi ve bilgisi yüksek kaliteli kadrolar 'monşer'leştirilip tasfiye edilmiş, yerine çatal bıçak tutmayı bilmeyen takunyalı tipler yerleştirilmiş "İsrail Türkiye'ye saldırmak istiyor." cümlesinin kurulması bile içine düştüğümüz aciziyetin vahametini göstermesi bakımından ibretliktir. Belki de "Gazze bizim meselemiz değil kardeşim, ben ülkemin menfaatlerine bakarım." diyen Suudi prensten feyz almak isteyen siyasal İslamcılar olabilir ancak onların önceliğinin bu olmadığını hepimiz biliyoruz.
Kendimize düşman değil dost devşirme gayretinde olacağımız bir siyasi ve ticari ortam ümidiyle, tüm taşımacılık mesleği erbabı okuyucularıma saygı ve selamlarımla.