Denizciler, çevre kirliliği denilince akla ilk gelen olmaktan rahatsız. Sık sık kendilerine kirlilik cezası kesen belediyelerden, ortak sordukları bir soruyla yanıt istiyorlar: Denize akan kanalizasyonların, ya da küçük dereciklerle gelen kimyasal atıkların faturası niye hep bize çıkar? Kağıt üzerinde denizi en çok kirletenlerin başında yer alır tersaneler, gemi sökümcüler, limanlar... Avrupa Birliği ülkelerinin dahi işin içinden çıkamadığı için 2010’a ertelediği Çevre Kanunu’nu 5312 sayısı ile adlandırarak uygulamaya soktuk bile. Sözüm ona, bu iş nasıl yapılır göstereceğiz Frenk takımına... Kanunun kapsamını öyle geniş tutmuşuz ki; denizde teknesi olandan, kıyıda balık tutana kadar herkesin sigortacılık açısından tazminat hakkı var. Sigortacılık kuruluşları geçen yıl mart ayında bir toplantı yapmışlar ve “Biz bununla ilgili bir poliçe hazırlayamayız, bizi aşar” demişler. Bunun üzerine devletimiz de, sorunu ‘pamuk eller cebe’ yöntemiyle çözmeyi uygun görmüş. Sigortacılar, ne kadarı garanti kapsamına alacaklarsa alacaklar. Geri kalan için ise, bir fon oluşturulacak. Kıyı tesisleri kategorilere ayrılıyor Yaratılmaya çalışılan fon için, tüm kıyı tesislerinden zarar risklerine göre bir kesinti yapılacak. Bu kesinti, tesisin yıllık cirosuna göre ‘az kirleten’den cirosunun 1/1000’i ‘orta kirleten’den 3/1000’ü, ‘çok kirleten’den ise 6/1000’sı şeklinde hesaplandı. Bu sisteme göre, kıyıya en yakın oldukları için yukarda saydığımız tersane, gemi söküm tesisleri ve limanlar ‘çok kirleten’ bölümünde yer alacak ve toplanacak fonun aslan payını oluşturacaklar. Bu fonda birikecek yüksek meblağlar ve nereye kanalize olacakları ayrı bir tartışma konusu. Ancak, biz sizi yine ters açıdan bakmaya davet ediyoruz. Deniz kirliliğinin bütün suçu saydığımız kıyı tesislerinde mi acaba? Örneğin, Ambarlı Limanı’ndaki kirlenme kesinlikle denize akan dereden kaynaklanıyor. Çünkü, dereye atılan sanayi atıkları, balık yatakları olan Ambarlı’yı mahvetmiş. Belediye, atıkları denizden topluyor. Denizden topladığını susuzlaştırıyor. Suyunu tekrar denize döküyor. Denize deşarj edilen su, acaba ne kadar temiz? Denize akan derelerin içindeki kimyasal atıklar, kanalizasyonlar nereden geliyor? Onu da mı kıyı tesisleri pompalıyor denize? Şehrin içinde benzin istasyonları var. Kaçı atıklarını dört dörtlük kontrol ediyor. Bunu önleyemiyorsun. Sonra, ‘deniz kırmızı, sahile en yakın da sensin’ deyip basıyorlar cezayı kıyı tesislerine. Önce devlet, kendi kirlettiği yerleri temizleyecek; ya da kirletmeyecek tedbirleri alacak. Bunun başka çözümü yok. “Önce sorumluluk ver, gerekirse hesap sor” Altaş Ambarlı Liman Tesisleri Yönetim Kurulu Başkanı Altan Köseoğlu, kendine özgü üslubuyla ne kadar da güzel özetliyor durumu: “Yüz milyarlarla ifade edilen rakamlarda proje bedeli veriyorum. Ayrıca, güvenlik için yine 100 milyarlar verip bariyer, teçhizat almam gerek. Benim, denize petrol döken, ya da denizi bu yönden kirleten bir yapım var mı? Bana ne! ‘Eğer gemi dökerse, sen temizleyeceksin’ deniyor. Niye? Dünyanın neresinde var böyle bir şey. Dersin ki, ‘Burada bir olay olursa tedbirini sen alacaksın.’ Ha, o zaman alırım, fakat sen karışma. Bir gemi geldiğinde, bunkerciye ‘sen giremezsin’ derim. Yakıt vereceksen bekle! Bariyerimi çekerim. Kontrolümü yaparım. Her şeyi tertemiz hazırlar, başına da adamımı koyarım. Şimdi buyur çalış derim. Yakıtını koyar, parayı da bana verir. Sorun olduğunda, hemen müdahalede bulunabilecek yakınlıkta olurum. Örneğin, Marport’a bir gemi geliyor, benim hiç haberim yok. Acentesi telefon ediyor, Liman Başkanı’ndan izin alıyor. Sucu, yakıtçı gemiye yanaşıyor işini görüyor. Bunların hiçbiri benim bilgim dahilinde yapılmıyor. Gelemezsin diyemiyorum. Ama, sonunda bir şey olursa, fatura bana çıkıyor. Bu nasıl bir düzen?”