Etik, gündelik yaşamın sıkça kullanılan kelimelerindendir. Ethikos kelimesi Yunancadaki "ahlaka ilişkin" sözcüğünden alıntılanmıştır; aslen "karakter" anlamına gelen "ethos" sözcüğünden türeyerek günümüze ulaşır. Tarihten bugüne birçok felsefeci "ahlak" kavramı üzerinde düşünmüş, yazmış ve söylemiştir. Ahlaklı olmak, bireysel ahlak, toplumsal ahlak kavramları farklı kişiler ve kurumlarca üzerinde mesai tüketilen, araştırmalar yapılan başlıklardır. Örneğin, Osmanlı'daki Ahilik kurumu, loca tipi örgütlenmeleriyle meslek ahlakının tanımını yapıp uygulanmasını denetleyen, çağının oldukça ilerisinde hareket eden bir kurumdu. Ahilik yapılanmasında her meslek grubu bir loca ile temsil edilir, etik dışı hareket eden meslek erbabının "pabucu dama atılır" ve iş göremez hale getirilirdi.
Bugün birisi diğerine "Yaptığın hiç etik değil." derse münazara münakaşaya dönmeden yönetilebilir ancak o birisi kalkıp karşısındakine "Be ahlaksız adam!" derse, taraflar direkt olarak münakaşaya dalarlar. "Yaptığın hiç etik değil." tümcesiyle "Ahlaksızlık yapıyorsun." cümlesi ikiz kardeşlerdir. Biri entelektüel tonda basılan bir piano tuşudur, diğeri bağlamanın bam teline vurulan bir mızrap. Çıkan ses farklıdır ancak müzik aynı müziktir. Alman filozof Albert Schweitzer, "Etik, eşitlik ve adalet kavramları takvim ile değişmez." der. Bir başka deyişle, dün ahlaksızlık olarak addedilen bir davranış bugün ve yarın da benzer şekilde isimlendirilecektir.
Geçenlerde Jaipur, Hindistan'dan değerli el dokuması halı ithalatı yapan bir arkadaşım aradı. Başına gelen "etik dışı" durumdan yakınıyordu. "Bana eksi navlunla yük göndermişler. Şimdi on metreküp LCL yüke on beş bin dolar masraf çıkarıyorlar, yardımcı olur musun?" dedi. Eksi navlun nedir diye araştırdım ve hiç de etik olmayan bir icatla karşılaştım. Yoğun ihracat yapan kimi uzak doğu ülkelerinde eksi navlun diye bir iş tipi icat edilmiş. İhracatçı elindeki malı nakliyecilere duyuruyor ve nakliye firmalarından hangisi daha yüksek bedel öderse malını o firmaya taşıttırıyor. İthalatçı da, freight prepaid (Navlun çıkış ülkesi ödemeli) taşımada iharacatçının nakliyeciye para ödemesi gerekirken nakliyecinin ihracatçıya para ödediği kötürüm bir sistemle karşı karşıya kalıyor. Kendi satıcısı tarafından resmen ve alenen tuzağa düşürülüyor, bu dolandırıcılığa nakliyeci de çanak tutuyor. Nakliyeci firma on metreküplük yüke birkaç yüz ila bin USD arasında ödeme yaparak ihaleyi kazanıyor (!), peşinden mal varış ülkesine geldiğinde fatura ithalatçıya gümüş tepside sunuluyor. Mal bedeli de yüksekse gel çık işin içinden... Malı gümrükten çekmesen olmaz, dünyanın parasını ödemişsin, çeksen bu maliyetlerle nasıl satacaksın? Bu ahlaksız, -özür dilerim- "etik dışı" ticaretin yaptırımı ise ya yok denecek kadar az ya da adaletin tecellisi uzun süre alıyor. Sektörümüzün şemsiye örgütlerinden biri olan SCMA (Supply Chain Management Association) bu konuda "Code of Ethics for Professionals in the field of Supply Chain Management" isimli bir önerge yayımlamış olsa da, metnin tüzüklerinde bir öneri olmaktan ileri gidemediği çok açık. Yüzyıllar önce Ahilik yapılanmasındaki netlik, içtenlik ve ödül-ceza sistemindeki adaletli tavır çağdaş sivil toplum kuruluşlarında henüz yakalanabilmiş değil. Bir başka deyişle, -etik dışı- ticari eylem yapanın yanına kâr kalıyor, ayıbı işleyen ise ne sektörce tenkit ediliyor ne de "pabucu" dama atılıyor.
Yukarıdaki olayda, istemeyerek de olsa takkeyi arkadaşımın firmasının başına ören nakliye şirketini aramak zorunda kaldım. Kaliteli bir semtte, güvenlikli bir plazada yerleşik bu firmanın mekan seçimi gayet akıllıcaydı. Malumunuz, sıcak kanlı bir milletizdir; kızgınlıklarımızı dizginlemekte zorlanabiliriz ve kimi zaman durumu daha da kötü şekle sokacak tepkilerimiz plazaların güvenlik görevlilerince önlenir. Telefondaki sinirleri alınmış hanımefendi bana bahsi geçen yükün Hindistanlı ihracatçısına 8500 ABD Doları ödeyerek satın alındığını, üzerine ihracat, ithalat lokalleri ve deniz navlunu eklendiğinde ortaya çıkan rakamın gayet doğal olduğunu düzgün bir Türkçeyle anlattı. O, yapılan organizasyonun "etik" olduğuna kendini inandırmıştı ancak ben ortada direkt, su katılmamış bir dolandırıcılık olduğu konusundaki fikrimi değiştirmemekte direniyordum. Telefondaki pazarlama sorumlusu "Bu rakamı ödemezseniz mallarınızı teslim alamazsınız. Biz haklarımızı çok iyi biliyoruz. Her geçen gün sizin aleyhinize işliyor. Ürünlerin ardiyesi de katlanarak artacaktır." diyerek aba altından sopa göstermeyi ihmal etmedi.
Tedarik zincirlerinde etik meselesi akademi tarafında da incelenen, üzerinde çalışılan güncel ve önemli bir konudur. Şikago'daki Loyola Üniversitesi'nin 2018'de SCM Review'de yayımladıkları araştırmada, ankete katılan 710 tedarik zinciri ve imalat sanayii orta ve üst düzey yöneticilerinin %83'ü meslek ahlakının, şeffaflığın, hesap verebilirliğin sektör adına çok önemli olduğunu belirtmektedirler. Peki sektördeki bu 'çürümenin' (corruption) önüne neden geçemiyoruz? içimizdeki "çürük elmaları" ayıklamamızın önündeki engel nedir? Örneğin, aynı araştırmaya katılanların %77'lik bölümü temel sorunun 'corruption' olduğunu ve önlenmesi gerektiğini belirtmektedirler. Ankete katılanların samimiyetini sorgulamalı mıyız? Samimyetlerinden şüphe etmiyorsak, sektördeki bu ahlak yoksunu pratikleri doğuran bataklığı nasıl kurutabiliriz?
Bu sorunun tek çözümü eğitimdir. Sürekli eğitim, mesleki farkındalık ve bilinçlenme sektörümüzde tepeden tırnağa yürütülmesi gereken asli bir görevdir. Eğer, tedarik zinciri iş ortağınızla birlikte şeffaf bir zincir inşaa edebilirseniz, o zincire dahil olan tüm aktörlerin kârı ortaklaşa artacaktır. Gümrükçünüzün, depo, taşıma, paketleme iş ortaklarınızın size sundukları hizmet fiyatlarını en makul seviyeye indirmeleri, ürünün raftaki satış fiyatının düşmesini sağlar. Şeffaflık, hesap verebilirlik, gerçek maliyet paylaşımı, değişimlere birlikte tepki vermek, lojistik ağınızın tüm faaliyetlerinde süreklilik arzetmelidir. Maliyetlerinizin düşmesi, rekabet gücünü artırır ve zincir kazancını yükseltir. %2 gibi ufak görünen bir oran zincir büyüklüklerine göre milyonlarca TL'lik avantaj yaratabilir. Bu avantaj, zincirin tek bir halkasına değil, bu avantajı yaratan tüm tedarikçilere pay edilmelidir. Bu bilinci kazanmak için zincirdeki tüm istasyonlardan "ben" fikrinden çok "biz" anlayışının temlik edilmesi de yine eğitimle başarılabilir.
Size yukarıda anlatılan konu tamamen gerçektir ve sektörümüzün kanayan yaralarından biridir. Eksi navlun tanımlaması ortadaki etik dışı durumu makyajlamaya yeterli olmamaktadır; kaldı ki kurulan tuzak alenen organize suç olarak bile ifade edilebilir. Hindistanlı satıcı mal bedelini alıp cebine koymuş, ürünleri prepaid olarak sevketmek konusunda alıcısına şart koşmuş ve ısrarcı davranmış. Navlunu nakliyecisine ödeyip malı yola çıkarmak yerine, bu organize suçun aktörlerinden bir olan LCL hizmet sağlayısından yük için, ithalatçının bilgisi ve onayı dışında yüklü bir para almış. Ithalatçı, gerek deneyimsizliğinden, gerek satıcısına fazla güvendiğinden, ne kadar navlun ödeyeceğini, varış yerindeki ithalat lokallerini, yükün geleceği limanda hangi ambara alınacağını ve ambar tarifesini sormayı akıl edememiş. Sonuç olarak ortaya operasyonel ve mali bir facia çıkmış.
Peki, sonuç olarak biz bu vaka analizinden ne gibi dersler çıkarabiliriz. Öncelikle, ithalatçı firmalarımız, özellikle uzakdoğu çıkışlı parsiyel konteyner sevkiyatlarında navlun anlaşmasını kendi, güvenilir nakliye firmalarıyla yapmalıdırlar. İnsiyatifi yurtdışındaki satıcılara bıraktıklarında "eksi navlun" adı altında dolandırıcılık vakalarıyla karşılaşmayı peşinen kabul ediyorlar demektir. Sadece navlun konusunu kontrata bağlamakla kalmamalı ve ithalat lokal masraflarını da net ve yazılı teklif olarak anlaşmaya dahil etmeleri gerekmektedir, vaka o ki navlunda "kalem oynatamayan" hizmet sağlayıcısı firma lokalleri şişirip maliyetleri yükseltme eğilimine girmesin. İş bununla da bitmiyor. Navlun ve lokaller bilinir durumda ancak o yük hangi limandaki hangi ambara inecek ve o ambarın tarifesi nedir, sorusu da önceden yanıtlandırılmalıdır. Amacı "etik dışı" hareket etmek olan LCL hizmet sağlayıcısı şirket, navlun ve lokallerden yapamadığı vurgunu ambarla aralarında yaptığı anlaşma uyarınca yüksek ambar tutarları yoluyla elde etmeye çalışabilir. Burada ifade etmeye çalışılan verilen hizmet fiyatlarının yüksek veya ucuz olması değil, bilinir olmasıdır. Ürünlerin konşimento üzerinde yazılı hacmiyle (metreküp) gerçek metreküp tutarlı mı mutlaka kontrol edilmelidir. Yükleme limanında teslim edilen 10 metreküplük bir yük nakliyeci tarafından "Biz böyle ölçtük." denilerek 15 metreküp olarak yazılırsa, sonradan üzerinde uzlaşma gerektiren başka bir problem ortaya çıkmış olacaktır. Dolayısıyla, yük yola çıkmadan önce mutlaka "draft" olarak isimlendirilen konşimento taslağı talep edilmeli ve tutarlılığı incelenmelidir.
Makalemizde geçen vaka sıradışı bir vaka değildir. Bu ve benzeri durumlar ne yazık ki sektörümüzde sıklıkla yaşanan, gözlemlenen olgular, deneyimler, alışkanlıklar haline gelmiştir. Burada, Scweitzer'in sözü tekrar ön plana çıkmaktadır. Ahlak veya ahlaksızlık takvime bağlı eylemler değildir. Dün etik dışı olarak adlandırılan durumlar bugün ticari norm haline geldiyse bu sektörümüzün acilen çözmesi gereken bir sorun olduğunu işaret etmektedir. Ortadaki gerçek, bir para kazanma yönteminden çok dolandırıcılık, ayıplı hizmet satma, basiretsiz tüccarlık başlıkları altında incelenmesi gereken "etik dışı" eylemlerdir. Dün, bu ve benzeri konulara meslek locaları duruma aktif olarak müdahale edip, çürük elmaları bir cerrah hassasiyetiyle tek tek tasfiye ederken günümüzde nakliyeci derneklerinin, meslek ve ticaret odalarının ne tip yaptırım gücü olduğu tartışmalı konulardır. Gerektiği yerde, "Yaptığınız hiç etik değil." tümcesinin düşük oktavlı etkisini bir kenara bırakıp cürüm işleyene "Ahlaksızlık yapma." deme cüreti mağdur edilenin en medeni hakkıdır. Bu tavrımızı, uluslararası taşımacılık, lojistik sektöründe şeffaf, hesap verebilir, adil ve dürüst bir piyasa yapısı hakim olana dek sürdürmek zorundayız, zira karşılaştıklarımız hiç "etik" değil.