En büyük denizcilerin bile dünyanın kenarından düşme korkusunu yaşadığı anlatılıyor. Bu korkunun yanı sıra denizciler, geniş okyanuslara ya da açık denizlere yelken açabilecek teknolojiden mahrumdu. Tarihin her döneminde olduğu gibi zaman zaman sahneye çıkan parlak zeka kıvılcımları, geçmişin de birikiminden yararlanarak bu sorunu çözecek çeşitli yöntemler geliştirdi. Günümüzde basit gibi görünen bu yöntemler, zamanının büyük keşifleri; bunlara imza atan mucitler ize zamanının süper starları gibiydi…
Yerküremizin yüzde yetmişinin denizlerle çevrili olması, insanoğlunu ister istemez denize çekmiştir. Dünyaya gelmeden tanıştığımız su, gizemiyle bizde keşfetme arzusunu uyandırmış, sürekli keşiflere sürüklemiştir. Antik çağlarda deniz kıyılarından balık, midye gibi deniz ürünlerini toplayan insanoğlu bunlar yetersiz kalınca çareyi kıyıdan açılmakta bulmuştur. Kamış ve şişirilmiş hayvan derileri ile yaptıkları sallar ile karadan uzaklaşmayı başarmışlardır. Dağ ve tepelerde referans noktaları belirleyip karaya paralel ilerlemişler ve böylelikle denizciliğe ilk adımı atmışlardır. M.Ö. 3000-3500 yıllarında referans noktalarını iyi bilen, güneşin hareketlerini ve hesaplamalarını yapabilen kişiler karaya paralel, daha uzun seyahatlere gidebiliyorlardı. Gündüz yapılan bu seferlerde, geceleri demir atılıp yıldızlar izleniyor ve gündoğumu bekleniyordu.
GÜNEŞ, EN GÜVENİLİR YOL GÖSTERİCİ OLUYOR
Ufuk çizgisi denizcilikte gizemini koruyor, giden geri gelmiyordu. Matematikçiler ve gezginler sürekli yöntemler üzerine çalışıyor, zamanın bilgelerine danışıp çözüm yolu arıyor; çeşitli yöntemler deneyip cesaretlerini artırıyorlardı. Başarılı oldukları bir yöntem de güneşin düzenli hareketlerini saptayıp kuzey-güney ve doğu-batı doğrultusunda yönlerini belirlemekti. Geceleri ise Kutup Yıldızı sayesinde yön tayini yapıyorlardı. Kutup Yıldızı, Dünya’nın ekseni ile hemen hemen aynı doğrultuda olduğundan, diğer gökcisimlerinin aksine gün boyunca yer değiştirmez ve hep kuzeyi gösterir. Bu nedenle en çok referans alınan gök cismidir ve bu durum antik çağlarda keşfedilmiştir. Bulutlu günlerde ise sabit dalgalar ve rüzgar yönleri ile zor da olsa yön tayini yapılırdı.
KNOT TERİMİ NEREDEN GELİYOR?
Tüm bu hesaplamalar yapılırken en ufak bir yanlışlık, telafisi olmayan sonuçlar doğuruyordu. O yüzden seferlerde en az 2 ya da 3 kişinin bunlarla uğraşması gerekiyordu. Yelkenin icadı ile tekneler hızlanmıştı ve açık denizlere yelken açmak gerekiyordu. Teknenin baş tarafından atılan kamış ve benzeri cisimlerle görsel ve tahmini hız hesapları yapmaya çalışmışlardır. Fakat ilk düzgün deniz hızı ölçümü 15. yüzyılda yapılmıştır. Belli aralıklarla düğümlenmiş, ucuna tahta bağlı uzun bir ipi teknenin baş tarafından atılması ile ölçüm yapılıyordu. Su saati diyebileceğimiz, altında delik olan küpün içerisindeki suyun boşalmasına kadar geçen süre içerisinde ipten kaç düğüm suya gittiği sayılıp hız belirleniyordu. Knot terimi İngilizce’de düğüm anlamına gelmekte ve denizcilikte halen kullanılan bir saatte yapılan deniz miline eşit hız birimi olarak kullanılmaktadır.
KUZGUNLARLA ÇÖZÜLEN PROBLEM
Vikinglerin M.Ö.900-1000 yılları arası Atlantik’te uzun seferler yaptığı bilinir fakat bu seferlerde kullandıkları yöntemlerden günümüze kayıt aktarılamamıştır. Vikingler sadece güneşi, yıldızları ve rüzgârı kullanarak İzlanda ve Grönland’a ulaşmayı başarmışlardı. Ancak kuzey denizlerinde güneşin ve yıldızların yaz ayları ile kış ayları arasındaki doğuş-batış farkları Akdeniz’e göre çok fazlaydı ve bu nedenle göksel navigasyondan aynı ölçüde faydalanamıyorlardı. İzlanda’yı keşfettiği kabul edilen büyük Viking kâşifi Floki Vilgjerdarsson, güvertede bir kafes kuzgun taşıyarak navigasyon problemini çözebileceğini düşünmüştü. Karaya yaklaştığını tahmin ettiğinde kuşlardan birini serbest bırakıyordu. Kuzgun belli bir yöne uçuyorsa kara o yöndeydi ve rotayı kuşun gittiği yöne çeviriyorlardı; eğer amaçsız bir şekilde teknenin çevresinde dönüyor ve geri geliyorsa bu durumda kara uzaktaydı. Elbette bu yöntem sadece gemi karaya yaklaştığında kullanışlıydı.
VE MATEMATİK SAHNEYE ÇIKAR…
Antik dönem sonlarına doğru gökcisimlerinin yeryüzünden yükseklik açıları bulunarak bir takım trigonometri hesapları ile yön ve yer tayini yapılabileceği gözlemlendi. Yıllık kayıtlar tutulup güneşin ve ayın 1 yıl içinde hareketleri belirlendi. Ve bu kayıtlar bir sonraki yıllarla eşleştirildi. Güneşin nereden kaçta batacağını hesap ederek rotalarını ve demir atacakları yerleri önceden belirlediler. Zaman içerisinde, kesin sonuçlar elde edip daha detaylı haritalar elde etmek amacıyla ölçümler için bazı aletleri geliştirmeye başladılar. Yıldızların güneşin açılarını saptamak için kullandıkları Yakup sopası, Davis kadranı gibi aletler ve sonrasında denizci kadranı kullanmışlardır. Zaman tayini için çeşitli su saatleri, kum saatleri, güneş saatleri gibi aletler kullanıp ölçümlerde kesinlik kazandırmışlar ve daha detaylı haritalar yapmışlardır. Paralaks yöntemiyle yaptıkları ölçümler doğru sonuçlara götürüyor ve zamandan kazanıyorlardı. Zaman içerisinde güneş saatlerini geliştirerek yönleri, mevsimleri ve yıldız zamanı kadranları ekleyerek hava şartları ve gün uzunluklarını hesaplamışlardır. M.Ö. 500’de Pisagor’un dünyanın yuvarlak olduğu konusundaki kuramları ve astronomi alanında yaptığı araştırmalar, M.Ö 276 –M.Ö.194 yılları arasında yine benzer kuramları ve eklemeleri ile Eratosthenes, yine o dönemlerde Archimedes ve diğerlerinin yapmış olduğu buluşlar denizcilikte büyük ilerlemelerin temelini atmıştır.
GÜNÜMÜZÜN GPS’İ: USTURLAP
Uzun gözlemler ve tecrübeler neticesinde usturlap dediğimiz alette tüm bilgiler toplanıp bir eski çağ bilgisayarı haline getirilmiştir. Usturlap ile mesafe ölçümleri, dünya üzerindeki konum, hız, alan hesabı ve saat gibi pek çok bilgi elde etmek mümkündü. Bunların yanı sıra matematik hesaplamaları ve problemlerin çözümünde de kullanılıyordu. Küçük olduğu için taşınması kolaydı. Günümüz GPS’i olarak düşünebiliriz usturlapları. Usturlaplar sayesinde rotalar ve haritalar kesinlik kazanmış ve bir çok keşifler yapılmıştır. Ticari gemiler oluşturulan rotalar sayesinde hız kazanmış ve yiyecek içecek ticareti büyük boyutlara ilerlemiştir. Usturlap artık deniz seferlerinde kaptanların bilgisayarı olarak bulunması zorunlu hale gelmişti.
O günden bugüne pusulanın icadı, sanayi devrimi, mekanik saatlere geçiş, coğrafi koordinat sistemi, uydu sistemi, elektronik ve birçok evreden sonra denizciliğin başlangıcından günümüze geldiği durum inanılmaz derecede ileri seviyededir. Denizcilik, her zaman gelecek vadetmiştir ve bu yüzden ilerlemek zorundadır.
VİKİNGLERİN GÜNEŞ TAŞI EFSANE DEĞİLMİŞ
İngiliz Royal Society dergisinde yayımlanan araştırmaya göre, Vikingler güneşin kesin yerini saptamak için kalsiyum karbonattan yararlanıyorlardı. Kalsit olarak da isimlendirilen bu mineral, kısa bir süre önce İngiltere’nin Anderley adasında incelenen 16. yüzyıla ait bir batıkta bulunmuştu.
Vikinglerin İzlanda ve Grönland istikametine doğru binlerce kilometreyi geride bıraktıkları ve tahminen de Amerika kıtasını Kristof Kolomb`dan çok daha önceleri keşfettikleri bilinmekte. Fakat kutup gecesi veya kar fırtınası gibi çok uygunsuz koşullarda bile bu kadar uzun mesafeleri pusulasız ne şekilde kat ettikleri bilinmiyordu. Fransız, Kanadalı ve Amerikalı bilim insanlarından oluşan bir ekip, şimdi yanıtı bulduğuna inanıyor. Kalsit İskandinavya`da sık olarak görülen saydam bir taştır diyor Rennes Üniversitesi`nden Guy Ropars. Kalsitten bakıldığında güneş ışığına ait iki farklı demet görülür, bir düzenli ve bir düzensiz ışın. Işık demetini iki kez kıran taşın döndürülmesi halinde iki ışık demetinin yoğunluğuna eşit bir pozisyon elde edilebilir. O anda kristal tam olarak güneşin yönünü gösterir.
Saydam taşla güneşin pozisyonunu yakalamak çok düşük güneş ışığında bile mümkün diyen uzmanlar, Vikinglerin bu yöntemi pusulanın bulunuşundan sonra da kullanmaya devam ettiklerini düşünüyor. Nitekim pusulanın manyetik etkisi, gemilerdeki metalden mesela toplardan etkilenebilirdi. Bir tür optik pusula olarak kullanılan Güneştaşı, bu yüzden Vikingler için yaşamsal önem taşıyordu.
ANTİK DENİZLERİN GİZEMİ SUNDİAL ARTWORKS’TA YAŞIYOR
Antik denizlerde hayati öneme sahip usturlap, sekstant, güneş saati gibi aletler aslında günümüzde de kullanılıyor. Elbette ki yön bulmak için değil, tamamen dekoratif amaçlı. Yaklaşık on yıl önce kurulan bir atölye, Sundial Artworks. Üstelik geçmişten günümüze kalan, dünyanın en çok güneş saatini barındıran şehrinde, yani İstanbul’da faaliyet gösteriyor. Kuruluşlarının ilk yıllarında eserlerinin çoğunu yurtdışı için ürettiklerini söyleyen atölyenin başındaki isim Mert Özgül, yurtiçindeki ilginin de zamanla artmaya başladığını söyledi. Özellikle şehircilik alanındaki gelişmelerin kent dekorasyonuna olan etkisinden bahseden Özgül, tarihin önemli bir bölümüne yön veren bu toprakların antik çağlardan gelen mirasına sahip çıkmaya başladığını dile getirdi.
Burak GÜNER – Marin&Port
LOJİPORT