Akıp giden zamanla şöhreti eksilmek yerine adeta daha da artan ender edebiyat insanları arasında sayılan yetenekli ve popüler Amerikalı yazar Jack London, Kaliforniya eyaletinin büyük San Francisco kentinde 1876’da doğup, yine aynı eyaletin küçük Sonoma şehrinde 1916’da öldü. Başta yoğun bir yoksulluk olmak üzere çeşitli güçlüklerle iç içe geçen çocukluk ve ilkgençlik yılları boyunca hem ağır işlerde çalıştı hem de sürekli okuyarak, eğitim ve kültür bağlamında kendi kendisini yetiştirdi. Erken yaşlarda başladığı çoğu tehlikeli serüvenlerle dopdolu yolculukları onu Kaliforniya’dan Meksika’ya, Alaska’ya, Hawaii ve Güney Pasifiğe, Kore’ye, İngiltere’ye, Nevada’ya, Oregon’a ve en sonunda yeniden bir tür bağlama limanı özelliğindeki Kaliforniya’ya taşıdı. Söz konusu bütün bu yolculuklarda deneyimledikleri onun aşırı alkol, yemek ve morfinle olan sıkı dostluğu yüzünden henüz 40 yaşında böbrek yetmezliğindenki ölümüyle geride bıraktığı 50’den fazla eserinin en etkili esin kaynağıydı hiç kuşkusuz.
Robert Louis Stevenson, Herman Melville, Joseph Conrad’ın yazdıkları Jack London için ne idiyse, onun yazdıkları da kendisinden sonraki Ernest Hemingway, John Steinbeck, Jack Kerouac için benzer anlam(lar)a sahipti. Özellikle Birleşik Amerika’da 1950’li yıllarla birlikte ünlenip, uzun süre edebiyat dünyasınca dışlanmış uslanmaz “Beat Kuşağı/Beat Generation” yazarları için Jack London, zamanından önce yollara düşmüş mürekkepsever bir tür “gezgin ermiş” konumundaydı. Gerçekten de o, sıklıkla deniz ve azımsanmayacak miktardaki kara yolculuklarına çıkmakla 40 yıllık kısa yaşantısı boyunca konu bulmakta zorlanmadan, birbirinden ilginç kitaplar yazıp yayınlamayı başardı. Sınırsız bir bireycilik ve ütopya, ayrıca da saf Darwinizm ile bezeli eserlerini gençlik dönemi sonrasında bir ara sosyalizmin bile etkilediği görülür.
Aslında Upton Sinclair’den Philip Roth’a dek adına “hayat” denilen genelde az çıkışlı, bol inişli zorlu yolculuktaki kişisel serüvenlerini İngilizce veya başka bir dünya dilinde kaleme alan hemen her edebiyat ustası onun yazdıklarından şu ya da bu şekilde mutlaka bir miktar etkilenmiştir demek pek de hatalı bir yorum olmaz diye düşünüyorum [Bu şeref listesinin sonuna gezegenimizdeki benim gibi henüz tanınmamış ve belki de yaşadıkları sürece asla ünlenemeyecek olan, Jack London Usta’dan etkilenmiş nice yol ve yolculuk tutkunu çok yönlü ve üretken şair-yazarın varlığını da eklemeden edemeyeceğim].
İşte bu serüven üstüne serüven peşinde koşma ve kitap üstüne kitap yaratma yorulmazı, aynı zamanda fotoğrafçılığa da merak sarmış ve bana göre daha YHT’nin “Y”si bile ortalarda değilken onun süratiyle yaşayıp yazmış büyük edebiyat insanının rengârenk yaşamından bir kesit yaklaşık iki aydır Fransa’nın tarih, sanat, kültür ve ulaştırma açısından en önde gelen merkezlerinden Bordeaux şehrindeki Saint-Jean tren garının bir bölümünde şık bir sergi halinde meraklılarıyla buluşmakta. Fransız ulusal demiryolu idaresi SNCF ve Bordeaux’daki meşhur Aquitaine/Akitanya Müzesi’nin katkılarıyla gerçekleştirilen sergide, Jack London’un 1907-1909 seneleri arasında ikinci eşi Charmian London’u ve bir avuç amatör denizciyi yanına alarak, özel inşa ettirdiği “Snark” adlı yelkenli teknesiyle San Francisco’dan Sydney’e yaptığı uzun yolculukla ilgili paha biçilmez değerdeki 40 kadar fotoğraf yeterince büyütülmüş halleriyle yer alıyor. Sergilenen fotoğrafların hepsi Jack London’un kişisel koleksiyonuna ait olup, iki yıl kadar süren bu özel ve efsanevi yolculuk boyuncaki çeşitli durakların (Hawaii, Solomon Adaları, Markiz Adaları, Tahiti, Fiji, Samoa, Vanuatu) adeta siyah-beyaz görüntülü sağlam birer tanığı durumundalar. Yazar ayrıca ilgili yolculuğu sırasında en tanınmış yapıtlarından birini, otobiyografik romanı “Martin Eden”i tasarlayarak yazmaya koyulmuş ve evine yani San Francisco’ya dönüşünde kitabı tamamlayarak 1909 senesi bitmeden yayınlamıştır.
Evet, değerli LOJİPORT okurları! Eğer aranızda, önümüzdeki 2 Aralık pazar gününe dek Bordeaux kenti veya civarında bulunacak şanslı Jack London hayranları varsa, kendilerine hem sözünü ettiğim ve orijinal adı “Jack London Dans Les Mers Du Sud [Jack London Güney Denizlerinde]” olan önemli fotoğraf sergisini, hem de bu serginin yer aldığı, geleneksel ile çağdaşlığın demiryolu tesislerindeki en göz alıcı ve başarıyla korunmuş birleşimlerinden birini yansıtan Bordeaux Saint-Jean Garı’nı güzelce gezmelerini öneririm.
Verimli günler ve gelecek pazarki yazımda görüşmek üzere.