Duyanlar duymayanlara söylesin; İzmir’de deniz bir kez daha göründü. İzmir Büyükşehir Belediyesi Ulaşım Koordinasyon Merkezi (UKOME) kararıyla şehir içi trafiğini olumsuz etkilediği gerekçesiyle Ağustos 2018'de durdurulan Ro-Ro operasyonları, Ulaştırma ve Altyapı Bakanlığı’nın izniyle yeniden devreye alındı. Elbette İzmir Büyükşehir Belediyesi’nin şehir içi yaşam konusundaki endişeleri son derece yerinde; ancak diğer yandan bölgenin özellikle tekstil ihracatında önemli bir avantaja yeniden kavuşacağını düşündüğümüzde değneğin iki ucu da değerli hale geliyor. Hal böyle olunca da tercihin hangi taraf lehine kullanılmasına karar vermekte zorlaşıyor. Sonuçta Bakanlık burada insiyatif kullanılarak bir karar verdi. Öncelikle uygulama ile konteyner ve benzeri yükler hariç, yalnızca tekerlekli araçların ve yüklerinin taşınması kaydıyla, tır veya kamyon taşıyan Ro-Ro gemileri sınıfının yeniden limandan yükleme ve tahliye yapabilmelerinin önü açılmış oldu.
Bakanlığa iletilen taleplerde, Alsancak Limanından yapılan Ro-Ro sevkiyatlarının ülkemizin dış ticaretine önemli katkı sağladığından, global rekabette hız teslimat anlamında avantaj teşkil etmesiyle ülkemize olan ilgiyi artırdığından söz edilmekte. Bu görüşlere katılmamak mümkün değil. Limanın Ro-Ro sevkiyatlarına kapatılmasıyla özellikle İspanya’nın ülkemizden almış olduğu tekstil ürünlerinin hedeflenen teslimat süresinde yapılması mümkün hale gelirken, sevkiyatların Fransa Sete Limanı’na başlamasıyla, ithalat alımlarını Fas, Cezayir ve Tunus gibi Afrika ülkelerine kaydıran İspanyol firmalarının yeniden ülkemizi tercih eder hale gelmelerinin önü açılmış olacak. Zira 2018 öncesindeki durumun da bu olduğunu düşündüğümüzde; kaybedilmeye başlanılan hedef ülke ihracatlarının yeniden ülkemiz lehine dönebileceğini görmek pek de zor değil. Her ne kadar ilk aşamada seferler sadece Fransa’ya yapılmaya başlanılmış olsa da, kısa süre sonra İspanya/Taranova Limanı’na da seferlerin başlatılarak Afrika ülkelerine kayan alımların yeniden ülkemize döneceğini ümit ettiğimizi belirtmeliyim. Böylesine ihracat seferberliği yaptığımız bir dönemde, kendi elimizde olan lojistik alt yapı konularını doğru bir şekilde yönetebilmeyi başarmalıyız.
Öte taraftan yıllardır konuştuğumuz; lojistik master plan ihtiyacı ve önemi işte burada bir kez daha kendisini gösteriyor. Stratejileri önceden belirlemediğimiz taktirde bu tür ileri geri hareketleri yapmak durumunda kalmayı ne yazık ki sürdüreceğiz. Yıllardan beri ihtiyacımız olan master planın artık hiç vakit kaybetmeksizin ve önümüzdeki elli yıllık sürecin programı olarak ortaya çıkması şart. Bakanlıklarımıza ve sivil toplum örgütlerimize çok iş düşmekte. TİM, TOBB, UND, UTİKAD, LODER, DIŞYÖNDER, DTD…. Herkes seferber olmalı ve tam bir koordinasyon ile kusursuz bir plan hızlı bir şekilde ortaya çıkartılmalı; bunu yaparken de şehirleşme ve kentlerin yaşanabilir halde olması hususu da göz önünde bulundurulmalı. Şöyle bir eski yazılarımı kurcaladım; yine gazetemizde 2014 yılı Mart ayında “ aslında artık köy kavramı ile yetinmek de çok doğru gelmiyor bana; bizim “Lojistik Kentler”, “Lojistik Mega Kentler” kavramlarını dile getirmemiz ve bunları artık uygulamada da görüyor olmamız gerekiyor” demişim. Ancak üzülerek söylüyorum ki bugün halen bu köyleri dahi gerçek manada oluşturmayı başarabilmiş değiliz.
Dedim ya yukarıda; ülkemiz kontrolünde yürüyen işlerde daha esnek olabilmeli ve ülke olarak rekabetçi durumumuza zarar vermemeliyiz. Örneğin son dönemde ithalatta yaşanılan menşe belge problemi, kendi kendimize yarattığımız bir krizin ta kendisidir. Devletimiz bu konuda çok hassas davranıyor, elbette üretilen malın menşei pek çok açıdan önemli. Gerek tüketici bilinci, gerek vergilerin tayini ve politikaların uygulanması açısından önem taşımakta. Ancak, gümrüklerimiz bir süredir geçmiş yıllara ait menşeleri talep etmeye başladılar. Dünya ve ülkemiz COVID-19 ile mücadele ederken, neredeyse artık çalıştıracak iş gücü bulmakta zorlanırken, yurt dışındaki ürün tedarik edilen ülkelerde iş yaptırmakta güçlük çekerken ve hatta karşı ülke resmi mercilerinin geriye dönük olmasından ötürü belgeyi tanzim etmiyor olmaları, benimsenebilir ve kabul edilebilir bir durum değil. Ticaret Bakanlığı yetkililerimizin bu konuda yöntemi değiştirmeleri büyük yarar sağlayacaktır.
İzmir’le başladık, COVID-19’la tamamladık. Galiba 2020’de tüm yollar ne dersek diyelim COVID-19’a, yani pandemiye çıkıyor. Ne diyelim, umarız 2021’de COVID’dan çıkma yılı olur.