Bildiğiniz gibi bir Kara & Deniz Gazetesi girişimim oldu. Yaklaşık 1 aydır da, ne sitede ne de çevremde bununla ilgili bir şey duydunuz benden. Susuyordum. Çünkü, yıllarca yüz yüze baktığım ve birlikte yola çıktığımız arkadaşlara yine selam verme ihtimalim itiyordu beni bu suskunluğa… Ama artık susmayacağım. Bundan 6 ay önce yıllardır kafamda yer alan bir projeyi paylaşmıştım Recep Canpolat ve Hakkı Şen ile. Kara & Deniz adlı bir gazete çıkarabileceğimizi, marka hakkını sahibi olduğum LOJİMEDYA Limitet Şirketi adına aldığımı, benim zayıf olan reklam yönümün de denizcilik sektörünün önde gelen iki ismi olan kendileriyle birleştiğinde bizi kimsenin tutamayacağını anlattım. İkisi de projeme çok olumlu baktı. Hemen kolları sıvadık ve 20 Aralık 2010’da ilk sayımız okurlarımıza ulaşmıştı. Ben, bu arada Sultanahmet’teki büromu boşaltmış, eşyalarımla birlikte Recep Canpolat’ın alt katındaki bir odayı kirası mukabilinde tutmuştum. Amaç, hem kendi işimi sürdürebilmek, hem de Kara&Deniz’e maksimum katkı sağlayabilmekti. Ama öyle kaptırmıştım ki gazeteye kendimi, sitemin ratingleri düşmeye, LOJİSTİK EKİPMANLAR adlı dergimin ilan sayısı gittikçe erimeye başlamıştı.’Olsun’ diyordum, ‘Keyif aldığım bir işi yapıyorum. Bu kadar fatura ödenir’ İnsanüstü bir gayretle gece gündüz çalışıyor, her hafta üzerine biraz daha koyarak yayınımızı çıkarıyorduk. Taaa ki, 1 ay öncesine kadar… O akşam yine gazeteyi bitirmek üzereyiz. Recep Canpolat ile siyasi bir polemiğe girdik. Benim de, onun da, dilinin kemiği yoktu. Ama işin boyutu üzerime yürüme ve küfür etme seviyesine gelince, sessizce eşyalarımı topladım. Benim açımdan o gün ortaklık bitti. Canpolat, birkaç gün sonra Umre’ye gitti. Ben de, kalan eşyalarımı almak için kamyon tutarak bir arkadaşımı gönderdim. Giderken talimat vermiş: ‘Eşyalarını vermeyin! Gelince hesaplaşacağız, ondan sonra eşyalarını alabilir’ diye… Bunu da sineye çektim… Döndü. Deniz Haber Ajansı’nda Hakkı Şen ve Recep Canpolat ile bir araya geldik. Kara&Deniz’in yayına başlaması yıl sonuna denk geldiği için yeni bir şirket kurmadan Recep Canpolat’ın sahibi olduğu İstanbul Haber Ajansı üzerinden yayını çıkarıyor, faturaları kesiyor, tüm işlemleri o şirket üzerinden yapıyorduk. Dolayısıyla harcanan paralar da bakkal hesabı tadında kağıt üzerinde tutuluyordu. Bana, hesapları çıkardılar. Buna göre, o gün itibariyle benim elden ve kredi kartıyla ödediğim 15 bin TL gibi bir açık vardı. Bu nedenle bir ödeme yapamayacaklarını, istersem gazeteyi bana devredeceklerini söylediler. Şoke olmuştum. Çünkü, bir ‘değer’in oluşmasına en büyük katkıyı sağlamıştım. Hazır bir gazete çıkmıştı ortaya. Bırakın bunun karşılığını almayı, verdiğim parayı bile alamayacağım ‘ya da ucu açık bir tarihte alabileceğim’ söyleniyordu. Benim istediğim ise, her şeyden vazgeçip, marka hakkı karşılığında sadece ve sadece ödediğim parayı geri vermeleriydi. Çünkü, onlar için belki çok önemli olmayan o parayı, yıllarca çalıştıktan sonra son 9 aydır patron olmaya soyunan ben, bankadan kredi çekerek; arkadaşlarından borç alarak bulmuştu. O gün hesapları tek tek inceledim. Evet, açık tam da benim yatırdığım meblağ kadardı. Gözümü kararttım, birkaç kişilik çalışarak ve gazeteyi çıkarmaya devam ederek, uzun vadede de olsa bu zararı telafi etme şansım olabilirdi… Ertesi gün Recep Canpolat’ı aradım.
- Tamam. Gazeteyi bu haliyle bana devredin. Sizin önümüzdeki aylara uzanan abone, ilan taahhütlerinizi de yerine getirmeye hazırım dedim.
- Peki ne zaman ödersin?
- Söz verdiğim gibi paranı ödeyeceğim ama Hakkı Şen’e karşı elimin güçlü olması için isim hakkını bana devretmen gerekir.