Şimdi aktaracaklarım tam bir Türkiye gerçeğidir. Firma ve bankaların adları bende saklıdır. Duygudan ve akıldan uzak bir hamleyle 23 yıllık bir lojistik firmasını bitirme noktasına getiren bankayı da, finans kuralları gereği onu takip ederek firmanın elini kolunu bağlayan diğerlerini de eğer firmanın başına bir halel gelirse deşifre edeceğimden kimsenin kuşkusu olmasın. Bir günde 3.5 milyon TL (eski parayla 3.5 trilyon) ödeme kabiliyeti olan bir lojistik firmamız şu günlerde batmamak için çırpınıyor. Nedeni de sadece 64 bin dolarlık bir borcun gecikmesi. Firmamız, leasing yöntemiyle bir gemi almıştır. Fonlamasını da ünlü bir bankamızın leasing bölümünden karşılamıştır. Borç, 90 biner dolarlık dilimler halinde 60 aya bölünmüştür. 46 taksidini sorunsuz ödeyen firmamız, sıkıntılı bir dönem yaşadığından, 47. taksidinin yalnızca 24 bin dolarlık bölümünü ödeyerek, leasing kuruluşundan kalanı, geçici bir süre öteleme konusunda yardım talep etmiştir. Bu talebi ‘borcu ödemeyecek’ olarak algılayan leasing şirketinin değerli yöneticisi de, yememiş içmemiş firma hakkında haciz kararı aldırmıştır. İKİNCİ AŞAMA: APORTTA BEKLEYEN BANKALAR Kredi vermeye çalışırken yüzlerce takla atan Türk bankacılık sektörünün değerli temsilcileri, kara haberi değerlendirmede de oldukça uzmanlaşmıştır. Çünkü, sistem kendini koruma üzerine kurulmuştur. Bu çok doğal bir durum ama değerli finans kuruluşlarımız ellerini kollarını bağladıkları firmanın o borcu nasıl ödeyebileceğini hesap edememektedirler. Burada da aynen böyle olmuş. Haciz kararının finans sektöründeki kara listeye geçtiğini gören ve firmamızla çalışan diğer bankalar da, alacaklarını kurtarabilmek adına söz konusu firmanın hesaplarına el koymuşlar ve kendilerine olan borcun ödenmesini talep etmişlerdir. ASLANLA EŞEK FIKRASI GİBİ Firma, borçlarını ödemek istiyor ama ellerini kollarını bağlamışsın. Kendi adına hiçbir havale işlemi yapamıyor. Yeni bir kredilendirme, 23 yıllık temiz sicili lekelendiği için mümkün değil. Aslında herkes pişman. Ama, düğmeye basılmış bir kere. Alacaklı olan firmalar da sürekli arıyor. Ama, firma, sayelerinde ödeme kabiliyetini yitirdiği için çıkış yolu karanlık. ALTIN DEĞERİNDE ARAZİ ÇÖZÜM OLABİLİR Firmanın yine bankalardan birinin ipotek koyduğu çok değerli bir arazisi var. Anadolu yakasında tam 3. köprünün geçeceği noktada. Firma sahibi, değeri yıl sonuna kadar en az 5 milyon Euro edecek bu 5.400 metrekare arazi karşılığında 1.5 milyon Euro kredi talep ediyor. Üstelik, bunu da nakit istemiyor amacı, sadece borçlu olduğu banka ve kuruluşlara öteleme başvurusu yapmak. 1 milyon Euro’yu bu niyetle kullanacak firma, geri kalan 500 bin Euro’yu da durma noktasındaki işlerini yeniden canlandırmak için harcayacak. Şimdilik görüşmeler sürüyor, ama bana kalırsa tünelin ucunda pek de ışık gözükmüyor. Çünkü, aşağıdaki örneği okuduğunuzda Türk finans sektörünün genel yaklaşımının ‘üzüm yemek’ değil ‘bağcı dövmek’ üzerine kurulduğunu anlarsınız. GEMİYİ BAĞLADILAR; GEMİ HURDA OLDU, SAHİBİ MEZARDA İki yıl önce yolum Samsun Limanı’na düşmüştü. Orada bir gemi görmüştüm, yarısı batık durumda, pas içindeydi. Sorduğumda ilginç bir hikayesi olduğunu aktardılar: Geminin armatörü borcunu ödeyemediğinden alacaklı banka gemiye el koyup, bağlamış. Armatör, feryat figan - “Tamam borcumu ödeyeceğim ama gemimin çalışması lazım” der. Banka yetkilisinin yanıtı ise, - “Önce borcunu öde sonra çalışırsın” olur. Bu mantıksızlığın doğal sonucu olarak da, onlarca yılın birikimi göz göre göre hurdaya ayrılmış; armatörümüz de, çıkış noktasını kafasına silahı dayayıp sıkmakta bulmuş. Şimdi o bankanın yetkilisine ve aynı yolda ilerleyen meslektaşlarına soruyorum: Sizce çözüm yolu el kol bağlamak mıdır? Finans sektörümüze de mantığın hakim olması dileğiyle…
Kendi ayağına ateş eden bankacılarımız
{{member_name}}
{{formatted_date}}
{{{comment_content}}}
YanıtlaYükleniyor ...
Yükleme hatalı.