Ne acı değil mi değerli dostlar ve okurlar?
Bir zamanlar milyon tiraja ulaşan gazetelerimiz vardı.
Bu gazetelerin tiraj kralları, magazinsel çizgideki GÜNAYDIN ile, toplumsal ve kurumsal çizgideki HÜRRİYET gazeteleri idi.
O zamanki tirajların ne olduğunu belirtmek için size bir anekdot anlatayım:
1980 Avrupa Futbol Şampiyonası’nı HÜRRİYET adına izlemek için İtalya’daydım. Patronum rahmetli Erol Simavi ve şarkıcı Nükhet Duru ile de hoş günler geçirdiğim o sırada, Hollanda’dan gelen bir telefonda, gizemli bir patronun, gazete ve dergi yayınlamak için Hollanda’ya geldiğini ve bu patronun benimle görüşmek istediğini öğrendim.
Bir gün sonra, şampiyonayı izlemeye gelen gazeteci Zakir Barutçu bana, 50 ünlü gazeteci ile birlikte, kendisinin de yakında Hollanda’ya gideceğini anlatınca çok meraklandım.
Hollanda’ya dönüşümde, gizemli patron bana Genel Yayın Müdürlüğü teklifinde bulundu. Önce ret ettim. Israr üzerine, opsiyonlu bir ‘evet’ dedim ve hemen İstanbul’a gittim. Gerçekten 50 kişilik o gazeteciler arasında çok büyük isimler de vardı. Hemen hemen tamamı ile Hilton Oteli’nde ayrı ayrı görüştüm.
Daha sonra, HÜRRİYET’ten ayrılmak için, gazetenin tek hakimi olan rahmetli Nezih Demirkent ile görüşmeye gittim.
Rahmetli Demirkent bana, ‘Bu maceraya atılma. Bizde çok iyi bir konumun var. Sorarım sana, bir milyon ikiyüzbin tirajlı GÜNAYDIN’da Londra muhabirliği yapan Bora Paran’ın kaç kişi tanır? (Benden cevap yok)
Peki Yediyüzbin satan HÜRRİYET’teki İlhan Karaçay’ı kaç kişi tanır? (Bunun cevabını Nezih bey ‘milyonlar tanır’ diye verdi)
Tabii ki bunda, GÜNAYDIN’ın magazinsel, HÜRRİYET’in de toplumsal ve kurumsal oluşunun rolü büyüktü.
Daha sonra döndüğüm Hollanda’da yaptığım sıkı bir araştırma sonucunda, gizemli patron beni şüpheye düşürdü.
‘Amacın ne, ABD’ye mi, Rusya’ya mı, İsrail’e mi hizmet edeceksin?’ diye sorduğum zaman bana, ‘Genel yayın Müdürü sen değil misin, istediğin gibi gazete yap’ deyince, siyasi şüphem ortadan kalkmıştı. Ama daha sonra ticari şüphemi araştırdım. Sonunda gizemli patronun kötü amaçlı olduğuna inandım ve iş teklifini geri çevirdim. Ama hemen İstanbul’a gitmeyi ve tüm meslektaşlarıma ‘Ben bu işte yokum’ mesajını vermeyi de ihmal etmedim.
Hollanda’da hazırlanıp basılacak ve tüm Avrupa’da satılacak olan gazete ve derginin sahibi olacak gizemli adam, medya dünyasını alt-üst etmişti. Hollanda’ya gitmek için hazırlık yapan çok ünlü gazeteciler, kendilerini neyin beklediğini bilmiyorlardı.
Benim İstanbul’daki mesajıma rağmen 3 meslektaş Hollanda’ya geldi ve daha önce İstanbul’da hazırlanmış olan BOŞVER adlı bir dergiyi Hollanda’da yayınladılar. Ama sonrası fiyasko oldu. Matbaalara baskı parası ödemeyen bu gizemli patron, Avrupa’nın dört bir yerinde temsilcilikler açmak için, taliplilerden büyük meblağlar almıştı. Avrupa’da ikamet ve çalışma izni olmayan insanlara da ‘Sizi gazeteci yapınca oturum alırsınız’ vaadiyle yüzbinlerce mark, frank ve gulden dolandırmıştı. Sonunda yakalttım bu gizemli patronu ve sınırdışı ettirdim. İstanbul’a dönüşünde de Sıkı Yöentim Komutanlığı’nı uyardım.
Gazetelerin tirajını belirtmek için yukarıda yazdığım uzun anekdot sizi sıkmamıştır sanırım?
Şimdi gelelim bugünkü tiraj konusuna:
Malûm, internet çıkınca gazetelerin tirajlarının azalacağı konusunda hepimizde fikir birliği doğmuştu. Ama, Türkiye’deki 700-800 binlik tirajların 200 binin altına düşeceğini hiç kimse düşünmemişti. Zira, nüfusu sadece 17 milyon olan Hollanda’da, De Telegraaf gazetesinin tirajı hâlâ 700 binlerde.
Peki Türkiye’deki tiraj düşüklüğünün başka bir nedeni yok muydu?
Tabii ki vardı. Türkiye’de artık gazetecilik yapılmıyor. Bizim zamanımızdaki seri röportajlar unutuldu gitti. Geçen yıl, Hürriyet’in Genel Yayın Müdürlüğü’nü aldığı gün, ‘Bundan sonra söyleşiler, röportajlar yayınlayacağız’ vaadinde bulunan Ahmet Hakan’a, çok ilgi çekecek bir seri röportaj teklifi yaptım ama cevap bile almadım.
Sorarım size, bir zamanlar futbol şampiyonalarına beşer, onar muhabir ve yazar gönderen gazeteler, şimdi bir tek muhabir gönderiyorlar mı?
Muhabir kaldı mı ki? Hürriyet, Avrupa’daki muhabirlerinin tümünü kadro dışınıa attı. Ajanslar ne servis ederse hepsi o haberi kendine göre yontarak yayınlıyorlar.
Köşe yazarları, tarafsızlıklarını bir kenara bırakıp, patronların isteği doğrultusunda yazıyorlar. Fetocular tarafından hapse atılmış ve sonradan tahliye edilmiş sevdiğim bir yazar bile, bugün patronunun isteği doğrultusunda yazıyor ve konuşuyor.
Şimdi, ‘Ekteki fotoğraf nedir’ diye soracaksınız değil mi?
Belki inanmayacaksınız ama anlatayım.
Ben, genellikle hergün HÜRRİYET, SABAH ve SÖZCÜ gazetelerini bayilerde arar, bulur ve okurdum. (Arar, bulur diyorum, zira artık Türk gazeteleri çok az sayıda kioskta satılıyor. Okurdum diyorum, çünkü şimdi artık okumuyorum.)
Fotoğrafa baktığınız zaman sol altta 28-29 Kasım 2020 tarihli gazeteleri görürsünüz. Bir hafta sonu sözünü ettiğim üç gazeteyi satın almıştım. Ama inanın, yatağımın başucunda öylesine kaldılar. Hiç açmadım bile. Aradan iki hafta geçti. Bu kez 12-13 Aralık 2020 tarihli gazeteleri aldım ve yine yatağımın başucuna koydum. İnanın o gazelerin hiç birine açıp bakmadım bile.
Dün, başucumda duran o gazete tomarının fotoğrafını çektim ve bugün sizlere sunuyorum.
Artık gazete okumuyorum. Ama Hollanda’da hâlâ De Volkskrant ve De Telegraaf gazetelerine aboneyim ve her sabah bunlara saatlerimi ayırıyorum.
Ne dersiniz,Tükiye’de yok olan gazetecilik için bir fatiha okuyalım mı?
Tirajlara bakarsanız, zaten fatiha da otomatikman okunmuş olacak.
Hürriyet 198.425, Sabah 197.286, Sözcü 191.125, Posta 132.252, Milliyet 125.247, Yeni Şafak 102.792, Akşam 100.845.
Diğer gazetelerin tamamı 100 binin altında. Hatta 2- 3 bin tirajlı olanlar bile var ama tabii ki bunlar özel destek ve devlet resmi ilanları ile yaşayabiliyorlar.