“Sivil Havacılık”tır adı. “Ticari Havacılık” diye de isimlendirilmekten pek hazzetmediğini hiç mi hiç saklamaz. Çok sayıdaki lakapları içerisinde şimdilerde en beğendiği “Yıldırım Gibi Giden”dir. “Ulaştırma” denilen devasa sınıfın hâlâ en parlak, en çalışkan, en hızlı, özetle en “örnek öğrenci”sidir o. Sadece “en güvenli” oluşu hakkında, “gizler yumağı” 11 Eylül 2001 salı gününden itibaren birtakım çatlak sesler duyulmaya başlanmış ve söz konusu sesler, şiddeti her ne kadar yıllar geçtikçe belirgin biçimde azalsa da, bir türlü tamamen ortadan kalkmamıştır. Buna karşın, bir gözünün bebeği havalimanlarından güvenle kalkıp inen diğer gözünün bebeği uçakların tipi, sayısı, konforu ve taşıdıkları yolcularda ciddi ve kalıcı artışlar kaydedilmiştir. Öte yandan, onunla uçmaktan korkanların miktarında endişe uyandırmayacak düzeyde artışlar saptanması bazen kendisini hafakanlar basmasına yol açmaktadır. Ancak “Yüksek Hızlı Tren”ler (YHT) dışında ulaştırma sınıfında tatlı canını sıkabilecek unsurların mutlak yokluğuyla çabuk toparlanmakta ve varoluş sevincine iki kanadıyla birden adeta tutkallanmışçasına yapışmakta ve 21. yüzyılın yükselen değeri küreselleşmenin “en büyük ve vazgeçilmez araçlar”ından biri olduğu gerçeğine sımsıkı sarılmaktadır.
1937 senesinde başlayan “örnek öğrenci”lik hayatı, 1939-1945 yılları arasındaki korkunç İkinci Dünya Savaşı ile bir duraklama geçirmişse de, 1950’ler bitmeden “dünya”yı “Jet Çağı” ile tanıştırarak, süresiz biçimde ulaştırma sınıfının başkanı seçilmiştir. Tam da Boeing 707 ve DC-8’leri “demode” konumuna indirecek “Jumbo Jetler”in ve havayolu taşımacılığını süpersonik dönem ile tanıştıracak “Concorde”un lansman müjdesini bizzat vermeye hazırlanırken ve uzak akrabası sayılan uzay araçları “dünya”nın biricik uydusu “ay”ın yüzeyine dokunmayı hedeflemişken başlayan bölgesel Arap-İsrail Savaşı ile parlak pembe planları darmadağın olmuştur. Çünkü 1967’de Ortadoğu’da patlak veren bu savaş, aslında onu “örnek öğrenciliği”nin ilk senelerinden beri çok nadiren bunaltan bir problemin aniden belirginleşip yaygınlaşarak kronikleşmesine yol açmış, “Hava korsanlığı” ve onun kaçınılmaz sonucu “Uçak kaçırma” olayları art arda çığ gibi büyüyerek, kendisinin ve gezegenin rahatını geri dönüşü olmayan biçimde kaçırmıştır. Uçak kaçırma eylemleri ulaştırma sınıfında o denli panik ve kaos hali yaratmıştır ki, 1970’lerin başlangıcında dünya tarihinde ilk kez “hava korsanı” teriminin yerine “terörist” tanımlaması kullanılır olmuştur.
Alınan sıkı önlemler ve uygulamaya geçirilen sıkı yaptırımlar sayesinde uçak kaçırma olayları görece azalsa da, büsbütün ortadan kalkmamış hatta zaman içinde kılık değiştirip, “uçakları havada seyir halindeyken bomba(lar) ile patlatma” eylemleriyle iç içe geçmiş “intihar saldırıları”na dönüşmüştür. Artık hem kendi özel dünyası, hem de bünyesinde varlığını devam ettirmeye uğraştığı gezegen karabasanımsı bir tehditler sarmalına kapılmış gibidir. Bu arada, maraton koşmaya başlamış “Jet Çağı”nda teknik sorunlar ve/veya pilotaj hataları nedeniyle baş gösteren ve neyse ki aşırı sıklıkta meydana gelmeyen ölümcül uçak kazaları kendisini bir de “Aviofobi” denilen eski ve inatçı bir rahatsızlıkla yüzleşmek zorunda bırakmıştır. 1990’lar 1980’leri “Mach hızı”nda [1 Mach: 1078 km/sn] kovalamış ve ara sıra yıldız olamadığına kafayı takıp duran “dünya” adlı benzersiz gezegenin kuzey yarım küresinde tarih gelip 11 Eylül 2001’e yaslanmıştır. Ulaştırma sınıfının “örnek öğrenci”sinin uğruna demiryoluyla yolcu taşımacılığının feda edildiği Amerika Birleşik Devletleri’nin Atlantik/Doğu kıyısındaki pastırma yazını andıran o sonbahar günü öğleden öncesinde yaşanacaklar yalnız “Sivil Havacılık” değil, dünya tarihinde daha önceden eşine hiç rastlanılmamış bir dönüm noktası olacaktır. 11 Eylül sabahında,“örnek öğrenci”nin Boeing ailesine mensup 4 can dostundan 2’si New York’taki Dünya Ticaret Merkezi’nin simgeleri “İkiz Kuleler”e, 1 tanesi Washington D.C.’deki Pentagon binasının doğu tarafına çarpmış, sonuncusu da Güney Pensilvanya’da açık bir araziye çakılmıştır. 4 adet yolcu jetinin toplam 19 teröristin idaresinde birer “intihar füzesi/silahı” gibi kullanılmasıyla 3000’e yakın insan ölmüş ve bu dehşetengiz terör olayı yeni bir dünya düzeninin temelini atmıştır. İlk 3 Boeing uçağında kokpit kontrolünü ellerine geçiren teröristler emellerine tam anlamıyla ulaşmışlar, “Beyaz Saray”ı veya “Kongre Binası”nı hedef aldığı düşünülen ve yine teröristlerce kokpit kabini ele geçirilen 4’üncü Boeing, uçak yolcuları tarafından durumun anlaşılması ve karşı saldırıya geçilmesi sonucu kokpitteki yoğun mücadele sırasında hedefine ulaşamadan insansız bir araziye düşmüş, daha doğrusu düşürülmüştür. Böylelikle, 11 Eylül 2001 sabahında, “örnek öğrenci”nin kendi iradesi dışında, kuvvet kullanılarak, karıştırıldığı terör saldırılarıyla 2 saatten daha az bir sürede New York’taki “İkiz Kuleler” yıkılmış ve Washington D.C.’deki Pentagon binasının bir bölümü önemli derecede hasara uğramıştır. Geçmiş yüzyılın bir “terör çağı” olduğundan en ufak bir kuşku duymayan “örnek öğrenci”nin kafasında 11 Eylül saldırıları 21. yüzyılın da bir “süper terör çağı” olacağı savını gündeme getirmiştir.
11 Eylül sonrasında ne “Sivil Havacılık,” ne de dünya düzeni genel anlamıyla bir daha asla aynı ol(a)mamış ve ulaştırma sınıfının “örnek öğrenci”si, “en güvenilir” olma özelliğinin birdenbire benliğinden uçup gittiğine soru işareti dolu bakışlarla tanıklık etmiştir. Denilebilir ki, 11 Eylül 2001 tarihini izleyen ilk beş sene “örnek öğrenci”nin öğrenim yaşamındaki en güç yıllar olmuş, hatta bir ara çok kısa süreliğine kendisi bile dönem kaybına uğrayacağı düşüncesine saplanıp kalmıştır. Görece şişkin “Sivil Havacılık” kadrolarının tırmanan terör olaylarınınkine yakın bir hızla eritilmeye girişilmesiyle başta Kuzey Amerika olmak üzere bütün dünyada havayolu sektöründe binlerce insan işini kaybetmiş, zaten “kırmızı çizgi”deki kimi havacılık kuruluşları ya iflas etmiş ya da büyük şirketlerce satın alınmıştır. Havaalanlarındaki yolcu gidiş ve geliş bölümlerinde teknik açıdan hayli maliyetli radikal güvenlik değişikliklerine gidilmiş ve yolcu uçaklarının kokpit kapıları sağlamlaştırılarak, pilot kabinlerine izinsiz girişin mümkün olabildiğince engellenmesi amaçlanmıştır. Ayrıca riskli görülen seferlerde uçak kabinlerine yolcu görünümünde havayolu güvenlik elemanları/gizli polisleri yerleştirilmesine karar verilmiştir. “Sivil Havacılık” uzmanlarının çoğu, 11 Eylül saldırılarının ancak onuncu yıldönümünden itibaren “örnek öğrenci”nin hal ve gidiş notlarında geçmiş zamanlardakini anımsatan göğüs kabartıcı derecede anlamlı artışlar olduğuna dikkati çekmektedirler. “Sivil Havacılık,” herhangi bir boyuttaki zayıflık ve ihmali kaldırmayacak kadar hassas dengeler üzerine kurulu bir sektör olduğundan, havayolu ulaşımının güvenliği adına atılacak her adımda mutlaka çok dikkatli davranılması ve ilgili ulusal-uluslararası kuruluşlar arasında oluşturulmuş etkin işbirliğinin korunması gerekmektedir.
Evet, dev “ulaştırma” sınıfının “örnek öğrenci”si “Sivil Havacılık,” belki de tüm evrimi boyuncaki en kanlı, trajik ve zorlu deneyime bağlı “Travma Sonrası Stres Bozukluğu”nun olumsuz etkilerinden arınmak amacıyla giriştiği örnek mücadelesini gözlerini dört açarak sürdürmektedir. Hedefi, gönülden bağlı olduğu sınıfın “en güvenilir öğrencisi” unvanını neredeyse tam on yedi sene önce olduğu gibi yeniden tüm yolcuların oy birliğiyle tartışmasız biçimde kazanmaktır. Bu konuda kan kardeşi “Askeri Havacılık” gereken her türlü desteği koşulsuz biçimde sağlayacağını kendisine içten bir kararlılıkla iletmiştir. “Örnek öğrenci,” az sayıda arkadaşı ve rakibi olduğunun fakat adını ve yüzünü bilsin-bilmesin çok sayıda düşmanı bulunduğunun farkına varmışlığıyla, özgüven ve görkemle süzülmektedir bulutsuz ya da bulutlu göklerde.
Verimli günler ve gelecek pazarki yazımda görüşmek üzere.