Mısır'daki Abu Sir'de 19.yy'daki kazılarda bulunan ve Louvre Müzesin'de bulunan papirüs, tarihteki ilk yazılı "envanter yönetimi” evrakı olup MÖ 2500’lerde malzemelerin ve kutsal parçaların kim tarafından tutulduğu, kime verildiği ve parçaların durumu (sağlam, kırık, adet, malzemesi vs.) gibi stok kaydını göstermektedir. İnsanlar, 4500 yıl önce malzeme ve eşyaların kaydını tutmaya başlayarak bunları yönetmeye başlamıştır. Günümüzden 4500 yıl önce malzeme ve kutsal parçalar için tutulan kayıt ve uygulama, günümüzün iş dünyasında “stok” ve “envanter yönetimi” olarak karşımıza çıkıyor. Bugün stoklarımızı iyi yönetebiliyor muyuz? Günümüzde özellikle günlük konuşmalarda veya yazışmalarda stok ve envanter kelimeleri, birbirinin yerine kullanılmasına karşın bu iki kavram arasında nüans vardır. Stok, malzemelerin fiziki varlığını yani miktarını gösterirken envanter, stokların maddi karşılığını yani değerini gösterir. Stok, somut ancak envanter ise daha soyut ve göreceli bir kavramdır. Envanter Yönetimi; stokların nitelik, nicelik ve değer olarak doğru ve iyi yönetilmesini amaçlar. Müşteriye yok satılmaması ve üretimin durmaması için doğru ve iyi “envanter yönetimi” politikaları ve uygulamaları zorunludur. Aksi takdirde; müşteri kaybı, imaj kaybı, negatif nakit akışı, üretim aksaması veya durması, yüksek stok maliyeti, yüksek üretim maliyeti ve azalan rekabet gücü gibi birçok olumsuz sonuç yaşanabilir. Hem iç ve dış müşteriyi memnun etmek için onlara “hayır” demeyecek nitelikte ve nicelikte stok bulundurmak hem de bunu en uygun maliyetle yapabilmek, iki ucu keskin bıçaktır. Stoklar, iyi yönetiliyor mu? Doğru ve iyi bir “envanter yönetimi” uygulanabiliyor mu? Türkiye Cumhuriyeti Merkez Bankası’nın İktisadi Yönelim Anketi ve Reel Kesim Güven Endeksi’nin (RKGE) 2007 Ocak – 2014 Aralık dönemi verilerine göre siparişler, normal ve olması gereken seviyenin altında seyrederken stoklar, normal ve olması gereken seviyenin üzerindedir. Şirketler, bu dönem içinde sadece birkaç ay hariç işler azalırken hep yüksek stok ile çalışmıştır. Yine RKGE verilerine göre stokların yönetilmesinde ya “reaktif” tepki gösterilmiş ya da kararsızlık yaşanmıştır. Örneğin; 2008 yılının Nisan ayından itibaren sipariş sayıları azalmaya ve 2009 yılının Şubat ayında dibe vurmasına karşın şirketler, 2008 yılının Aralık ayına kadar stoklar için nasıl hareket edilmesi gerektiği yönünde kararsız kalmış ve daha sonra stoklarını azaltmaya çalışmıştır. Diğer dönemlerde ise piyasa koşullarına yani özellikle “sipariş (piyasa)” durumuna karşı “reaktif” hareket edilmiştir. İyi ve doğru yönetim yapılamayarak “proaktif” önlemler alınamamış olabilir mi? Hem yüksek stok hem de az stok ile çalışmak tehlikelidir. Olması gerekenden fazla stok tutularak müşteri memnuniyeti sağlanabilir ama bu stoklar için finans, riskler (kayıp, çalınma, hasar, fire..) ve depo maliyetleri (alan, insan vs.), şirketleri zor duruma sokabilir. Öte yandan; olması gerekenden az stokla iş yapılması durumunda ise müşteri kaybı, pazar kaybı, üretimin durması ve tekrarlanan nakliyeler gibi olumsuzluklar yaşanabilir. Sanırım şirketler, az stokla çalışmanın getireceği riskleri daha önemli görüp yüksek stokla çalışmayı tercih etmektedir. Yüksek stokla çalışma tercihinin arkasında 20 – 30 sene öncesine dayanan “stokçuluk” pratikleri ve geleneği yatıyor olabilir mi? Çok yüksek enflasyon oranlarının olduğu dönemlerde “stok” tutmak çok önemliydi ve tutulan stok kadar para kazanılabiliyordu. Aradan geçen 20-30 yıla rağmen “stokçuluk” düşüncesi hala yaşıyor olabilir mi? veya bu süre, yüksek stokla çalışmanın gerektirdiği bilgi ve teknolojik alt yapısı ve öğrenmek için yeterli olmamış olabilir mi? TÜİK’in “Harcamalar Yöntemiyle Cari Fiyatlarla Gayri Safi Yurtiçi Hasıla” verilerine göre 1998 – 2014 yılları arasında GSYİH 18 kat artarken “stoklar” 32 kat artmıştır. Maliye Bakanlığı’nın “Yıllık Ekonomik Rapor (2011)” raporunda “Kriz sürecinde GSYH’ye en önemli olumsuz katkıyı stok değişimleri (stok değişmeleri, GSYİH’nin harcamalar yoluyla hesaplanan bölümünde yer alır ve hammadde, mamul ve yarı mamullerden oluşur) yapmış, krizden çıkış sürecinde ise üretimin canlanması ile birlikte stok birikim süreci başlayarak GSYİH’ye olumlu katkıda bulunmuştur. 2010 yılında kriz dönemine özgü yapısından uzaklaşan stok değişimlerinin GSYH’ye katkısı olumlu olmuştur.” deniliyor. Acaba; devlet de “stokçuluğu” ve “yüksek stokları” seviyor demek çok yanlış olur mu? Stok değişimlerinin GSYH’ye etkisi ile ilgili bazı ekonomistlerin yazdığı birkaç makale var ancak lojistik camiasındaki üstat akademisyenlerin de bunu incelemesini öneririm. Önemli olan, doğru miktarda doğru stok ile çalışabilmek ve bunu sağlayacak yönetim, bilgi ve teknolojiye sahip olabilmektir. Doğru ve iyi bir envanter yönetimi ile stoklarınızı doğru ve iyi yönetebilirsiniz. Stoklarınızı iyi yönetebilirseniz tedarik zincirinizi ve lojistiğinizi de doğru ve iyi yönetebilirsiniz. Son olarak şaka karışık bir soru ile yazımı tamamlamak istiyorum. Stoklarınızda bulunamayan bir parçayı bulmanın en kolay yolu nedir? NOT: Bu yazı; Haziran 2014'deki yazının güncel verilere ulaşılmasından sonra tekrar yazılmıştır.