Evet gündem yine pek parlak değil, hastalık yine her yerde, rakamlar bir türlü inmek veya düzelmek bilmiyor. Tek doz aşılı sayısı, tek doz aşıda %75’i geçen iller, aşı olmayıp her hafta iki kere test olması gerekenler (acaba ne kadar uygulanıyor!), bir türlü inmek bilmeyen ve daha fazla olduğunu düşündüğüm vefat sayıları, 3. Dozun gerekliliği, iki doz arasında 3 hafta mı olsun 6 hafta mı olsun tartışmaları sürüp gidiyor. Hastalık mı tartışıyoruz yoksa istatistik rakamları üzerine mi oyunlar oynuyoruz, anlamak bazen gerçekten güç oluyor. İstatistik ile ilgili çok sevdiğim bir anekdotu buradan tekrar etmek istiyorum. Ülkenin birinde insanların yarısı her gün sadece bir ekmek, diğer yarısı da bütün tavuk yiyebiliyormuş. O ülkenin istatistik kurumu da ülkemizde insanlar her gün yarım ekmek arası yarım tavuk yiyip sağlıklı besleniyor rakamları açıklıyormuş. Neyse teşbihte hata olmaz diyerek devam edelim. Bütün bu bıktırıcı gündem ile bu ay biraz farklı bir yerden yazmak istiyorum. Tarih her zaman en önemli ilgi alanlarımdan birisi olmuştur. Annem tarih öğretmeniydi, babam da meraklıydı. Evde tarih ile ilgili oldukça fazla ve kaliteli kaynak her zaman el altındaydı. Çok küçük yaşlardan itibaren bu kaynaklardan yararlanma imkânım oldu. Tarih ile ilgili okumaya yine devam ediyorum. Özellikle son yıllarda okuduğum kitaplardan notlar almaya daha çok önem veriyorum. Lojistik her ne kadar yeni bir kavram olsa bile insanlık tarihinin en başından itibaren adı konmamış bir kavram olarak zaten vardı. Yürüyerek yolları aşmak, atı evcilleştirmek, tekerleğin bulunuşu, deniz de ulaşım için rüzgârdan yararlanmak-kürek kullanmak hep bu tarihin kilometre taşlarıdır. Bu yazıda yararlı bulduğum iki kitaptan alıntılar yaparak tarih içinde lojistik üzerine bir gezinti yaptırmak istiyorum. Evet ilkinden başlayalım;
Türklerin Tarihi (Pasifik’ten Akdeniz’e 2000 yıl), Jean-Paul Roux (1925-2009) adlı Fransız Türkolog tarafından yazılmış, oldukça kapsamlı olarak Türk tarihini içeren bir kitap, benim elimdeki kopya Kabalcı Yayınevi tarafından yayınlanan Temmuz 2007 tarihli 3. Basım, yıllar içinde iki kere okudum ve etkileyici bulduğumu, oryantalist bir bakış açısı taşımayan bir kitap olduğu için de herkese tavsiye edebileceğimi söyleyebilirim. Gelelim kitaptan lojistik ile ilgili alıntılara, Jean-Paul Roux oldukça detaylı olan çalışmasında tarihimiz ile ilgili oldukça ayrıntılı yerlere giriyor. Bunlardan bir tanesi de atlarla ilgili olanı, atın tarihimizdeki önemini bilirim ama bu kitabı okuyana kadar, bu detaylara hâkim değildim. Göçebelerin özellikle yol alırken bir adet atın yeterli olmadığını ve göçebe bir orduda kişi başına 3 at gerekli olduğunu, bunların beslenmesinin de (yiyecek ihtiyacı için beraber getirilen hayvanlar ile) en büyük sorunlardan biri olup, klasik lojistik-tedarik zinciri konularını oluşturduğunu bu detaylardan öğreniyoruz. Kitapta* bu konu ile ilgili günümüz rakamları ile karşılaştırmalı çok güzel detaylar var. Savaşta üstünlük için asker sayısının fazlalığının önemi ile bu üstünlük için gerekli askeri taşıyan atların ve onların beslenmesinin karmaşıklığı konusunda örnekler ile devam ediyor. Örnek olarak Cengiz Han’a atfettiği bir konu gerçekten çok ilginç, Cengiz Han bu sayıda atı beslemek için Çin’in sulanabilen bütün topraklarını otlağa dönüştürmek istemiş. Çin’in ilerleyen yıllarda buna cevabı ilginç fikirler ile olmuş. Bu atları hiç kullanmayacaklarını ve öleceklerini bilerek değerinin çok üstünde satın alıp at sayısını azaltmak! Sonuç olarak günümüzün ticaret savaşları ile paralel giden fikirler ve çözümler günümüzden 1000 yıl önce de farklı yollar ile olsa bile yine var. Hatta aynı kitaptan** başka bir örnek de Cengiz Han’ın torunu Batu’nun Avrupa seferi sırasında, fetihleri bırakıp geri çekilme sebebini sırf bu konuya bağlıyor. O sırada bulunduğu Macaristan’da, atlarını beslemek için yeterli otlak olmadığını, ancak 60.000 atı besleyecek bir kapasite olduğunu belirtiyor. Bunun anlamı da fetih için gerekli insan sayısını karşılayamayacak olmasıdır. Bu yüzden geri çekilmeye mecbur olup ve fethettiği toprakları da terk ediyor. Bu satırları yazarken aklıma günümüzdeki konteynır krizi geliyor. Konuların benzerliği ve çözümler o kadar yakın ki, insan şaşırıyor. At yoksa fetih yok, konteynır yoksa ticaret yok. Aynı şekilde at çoksa savaş ve fetih var, karşı tarafta bunları satın alarak çözüm bulmaya çalışıyor. Bu çözümde, günümüzde konteynır ve taşıyıcı gemi krizine karşı IKEA, Home Depot, Dollar Tree gibi firmaların bulduğu çözüm ile atbaşı gidiyor. Ne yapıyorlar, çözüm için Çinlilerin at satın almaları gibi, hiç konuyla alakaları olmadığı halde konteynır ve taşıyıcı gemi alarak çözüm yolu bulmaya çalışıyorlar. Bakalım kriz bittiğinde(biterse) bu gemi ve konteynırlar ne olacak.
Üniversite yıllarımda uzun süreler rehberlik yaptım. Anadolu’daki kervansaraylar özel ilgi alanlarım arasındaydı. Türkiye’nin her yerinde bu kervansarayların çok iyi durumda veya bakım gerektirenlerini halen çok sayıda görmek mümkün. Selçuklu ve Osmanlı zamanında bu kervansarayların en önemli özelliği yolcu barındırma yanı sıra, ordu kuvvetleri için lojistik destek merkezi olmalarıdır. O yüzden bu kervansaraylar her zaman bakımlı ve takviyeli olurdu. Bu kervansarayların üzerinde olduğu yollarda her zaman lojistik ile gelen stratejik güç ve egemenliğin önemini belirtir. Ord. Prof. Dr. Ekrem Akurgal’ın (1911-2002) Türkiye’nin Kültür Sorunları adlı kitabı (ilk baskı Bilgi Yayınevi’nin, bendeki kopyası Kırmızı Kedi Yayınevi tarafından basılan Nisan 2018 tarihli 1. Baskısı), bu konuya verdiği ayrı önem ile öne çıkıyor. Kervansaraylar ve bu yollar Selçuklu ve Osmanlı egemenliklerinde çok önce Anadolu’yu fetih ve üzerinden geçen ordular, kervanlar için ana egemenlik stratejileriydi. Ekrem Akurgal kitabında bu yolları tarihleri ile çok güzel özetliyor. Bu yolların ilki (Anadolu’yu doğudan batıya geçen) İranlılar tarafından MÖ 500’lerde yapılan (Lidyalılardan kalan yolun alt yapısınıda kullanarak) ve Ege’ye kadar uzanan askeri (Kral Yolu) bir yoldur. Bu yolun özelliğini Ekrem Akurgal şöyle tanımlıyor, bu yol ilk düzenli, sağlam zeminli ve güvenlikli yoldu. Hititler tarafından (MÖ 2000’ler) yapılan yolları bu kıstaslar açısından yetersiz buluyor. Herodot bu yolda posta istasyonları, konaklama yerlerinin olduğu ve güvenliğinin üst düzey olduğunu belirtip, 2000 km olan Anadolu’yu geçiş mesafesinin, yaya olarak 93 günde geçildiğini belirtmiş. Atlılar için ise 20 gün hesap edilmiş. Devamında Romalılar döneminde bu yollar önemini korudu ve Selçuklu-Osmanlı dönemlerinde de güzergâh değişiklikleri olsa bile devam ettiler.
Evet bu yazı biraz kitap tavsiyesi gibi oldu. Aslına bakarsanız, bu tür notlarım çok daha fazla ama bu yazıya bu kadarını sığdırabildim. Gündem böyle sıkıcı ve boğucu kaldığı sürece ve insanın canı hiç bu gündem paralelinde yazı yazmak istemediği zaman aktaracağım bu tür çok alıntı olacak, sağlıkla kalın …
* Türklerin Tarihi – Jean Paul Roux – Kabalcı Yayınevi – 3. Basım (Temmuz 2007) – sayfa 121-124
** Türklerin Tarihi – Jean Paul Roux – Kabalcı Yayınevi – 3. Basım (Temmuz 2007) – sayfa 282-286