11 Eylül terör saldırılarına tanıklık etmiş hemen bütün “Aşağı Manhattan” sakinlerinden herhangi biriyle o dramatik gün hakkında kısaca söyleşecek olsanız, size büyük bir ihtimalle şuna benzer yorumlarda bulunacaktır: “Dünya Ticaret Merkezi’nin İkiz Kuleler’ine 18 dakika ara ile 2 yolcu jetinin (ki gün bitmeden her 2 uçağın da farklı havayolu şirketlerine ait birer Boeing 767 olduğu anlaşılacaktı) çarpmasının yarattığı normal/doğal kaos ortamına karşın, kentin o bölgesinde henüz belirgin bir panik hali söz konusu değildi. Gerçek anlamda panik önce Güney sonra da Kuzey Kulesi’nin tamamen yıkılması ve etrafı devasa boyutta grimtrak kalın bir ‘öldürücü bulut’un kaplamasıyla başladı denilebilir.” Çünkü o andan sonra artık gerek yıkılan kulelerden kaçıp kurtulanların gerekse de olan biteni izleyen New York’lularla turistlerin hayatta kalabilmek amacıyla ulaşabilecekleri, görüş alanı kısmen daha net bir tek çıkış kapıları kalıyordu ki, o da “Aşağı Manhattan” rıhtımları ve Atlantik Okyanusu’na karışmaya her fırsatta sürekli can atan Hudson Irmağı idi [Saldırıları takiben, şehirdeki metro şebekesi ve tünellerdeki karayolu trafiği güvenlik endişesiyle devre dışı bırakılmıştı]. O tarihte, New York’taki kent kıyıları arasındaki deniz ulaşımı, örneğin İstanbul gibi bir başka liman şehriyle kıyaslandığında, hem nüfusun daha az olması hem de şehir halkının köprülerle tünelleri motorlu taşıt veya raylı sistem araçlarıyla daha sık biçimde kullanmasından ötürü göze çarpan yoğunlukta değildi. 1960’ların bitimiyle New York’taki kentiçi toplu taşımacılığında denizyolu önemini yitirirken, karayolu ve raylı sistemle ulaşım daha ön plana çıkmıştı. Ne ilginçtir ki, “New York City” uzmanlarıyla hayranlarının benden daha iyi bildiği gibi, kentte özellikle 2018 yılında ulaşılan toplu taşımacılıkta denizyolunun yeniden gözdeleşmesi noktasına varılabilmesi için adeta 11 Eylül gibi çok acı bir olayın deneyimlenmesi gerekmişti [Her ne kadar, uzunca bir aradan sonra, New York şehrinde bir tür denizyolu ile banliyö taşımacılığına geri dönüşün ilk temeli 1986 senesinde atılmış olsa bile].
Dilerseniz, biz tekrar dönelim “İkiz Kuleler”in yıkılması sonucu, “Aşağı Manhattan” rıhtımlarında sayıları gitgide artan ve boğucu-zehirli karakterdeki dumandan adanın kuzeyine (Brooklyn Köprüsü’ne doğru) kaçamayarak, güneye doğru koşarcasına ilerleyen korku ve çaresizliğin kıskacındaki kalabalığa. Söz konusu acil durumun kısa sürede kentin “Sahil Güvenlik” ve “liman başkanlığı” birimlerine bildirilmesi ve New York “Sahil Güvenlik Komutanlığı”nın hızlı ve etkin biçimde aksiyon alarak yaptığı çağrılarla daha önce dünya tarihinde ancak 2. Büyük Savaş’ın başlarında, 1940 senesinde Dunkirk sahillerindekiyle kıyaslanabilecek düzeyde denizden tahliye operasyonunun kararlı ilk kulaçları atılmış oluyordu. New York “Sahil Güvenlik Komutanlığı”nın elindeki filoya ilk destek New York Limanı’nın tanınmış “Sandy Hook Pilots” adlı kılavuz kaptanlar kuruluşundan geldi. Sonraki birkaç saat içinde 100’den fazla (toplamda 134) resmi ve özel tekne (römorkörler, kılavuz ve polis botları, yangın söndürme gemileri, feribotlar, motorlu yatlar başta olmak üzere) süratle “Aşağı Manhattan” rıhtımlarına yönelecekti. Sonuçta, 11 Eylül günü boyunca, 8 saatlik bir sürede 500 000’i aşkın kişi Manhattan rıhtımlarından başlıca, çok uzakta olmayan, Ellis Adası ve New Jersey sahillerine sağ salim aktarıldılar [New York’un yüzen simgelerinden turuncu renkli yolcu ve araba alan koca feribotlar da bir kısım Manhattanlıyı daha uzaktaki Staten Island’a sorunsuz şekilde taşıdılar]. Bu takdire değer deniz yolu ile kurtarma operasyonu, yaklaşık 60 yıl önceki Fransa’nın Dunkirk sahillerindeki tahliye operasyonuna kıyasla inanılmaz derecede hızlı gerçekleşmişti [Dunkirk’te, 9 gün içerisinde sayıları 340 000’e yakın İngiliz, Fransız ve Belçika askeri, çoğunluğu sivil kökenli irili ufaklı teknelerin yardımıyla Manş Denizi’ni aşarak İngiltere kıyılarına ulaştırılıp, tam donanımlı Alman Kara ve Hava Ordusu tarafından adeta yok edilmekten kurtarılmışlardı].
Nobel ödüllü ünlü idealist Fransız yazar ve sanat tarihçisi Bay Romain Rolland’ın çoktan insanlığın düşün ve yazın belleğine mal olmuş, son derece anlamlı şu sözünü sık sık kendime tekrarlamayı severim: “Bir kahraman, yapabileceğini yapan kimsedir.” Diğer bir deyişle, Bay Rolland’ın ilgili özlü sözüyle vurgulamaya çalıştığı, “kahraman” diye tanımlanabilecek tüm kişilerin belirgin ortak özelliğinin, “gereken ivedi durumlar karşısında duyarsız ve hareketsiz kalmayıp, zaman yitirmeden en doğru olduğunu düşündükleri eylemde bulunmalarıdır.” İşte, o yazdan kalma ılık ve parlak, harika başlayıp trajik sonlanan 11 Eylül 2001 salı günü, Birleşik Amerika’nın en büyük ve popüler kenti New York’un, tarihinin en “kara anları”nı yaşarken yardımına koşarak, hem şehrin kendisine hem de New York halkına becerikli, cömert ve kahraman varlıklarını unutulmayacak biçimde anımsatanlar arasında kent itfaiye, polis ve ilk yardım örgütleri görevlilerinin yanı sıra Hudson Irmağı’nın profesyonel ve amatör denizcileriyle deniz taşıtları da yer alıyordu.
Gezegenimizin hiçbir ülkesinin hiçbir kentinin bir daha 11 Eylül günkü gibi, New York’un Manhattan Adası’nın “aşağı” bölümü rıhtımlarından deniz yolu ile başarıyla gerçekleştirilen geniş çaplı kurtarma operasyonunu gerektirecek türde dehşet ötesi bir terör saldırısına uğramamasını diliyorum.
Verimli günler ve gelecek pazarki yazımda görüşmek üzere.