Ülkemizde kabotaj yükünü taşıyan yabancı araç sayısı gözle görülür bir şekilde artıyor. 2000-2010 seneleri arasına bakıldığında, Türk karayolu taşımacısının payı yüzde 91’lerden yüzde 83’lere gerilemiş. 2011 yılından itibaren ise, taşımacılarımızın payı yüzde 67’ye kadar inmiş. Yani, 10 yılda yüzde 20’lere yakın bir gerileme yaşamışız. Bu, Türk taşımacısının artan hacmininin yanı sıra, kaybettiği pazar payıdır. İkisini üst üste koyduğunuzda rakam katlanarak büyür. Bu da artan maliyetler karşısında, karlılığın azalmasını ve yaşam şansının zora girmesi sonucunu getiriyor. Yabancı araçların birçok kuralı ihlal ederek ülkemizde taşıma yapması mutlaka kontrol altına alınmalıdır. Nasıl, farklı ülkelerde, farklı korumacılık modelleri varsa, bizde de olacak. Bunun başka yolu yok. Küresel bir dünyada yaşıyoruz. Artık sınırlar kalktı denilse de, aslında kazın ayağı hiç de öyle değil. Eloğlu, bal gibi korumacılık yapıyor. İtalya ve Fransa’da römorklarımızı niye kendi çekicilerimizle çekemiyoruz. Çünkü, adamlar ‘benim taşımacıma yeni bir iş yaratırım’ diyor. Ya da, kapitalizmin beşiği ABD’de, ülke sınırları içindeki tersanelerde inşa edilmeyen gemilerin kabotaj hattında taşıma yapamayacaklarını biliyor muydunuz? DENETİM ŞART 2023’te 500 milyar dolarlık bir ihracat hedefinden söz ediyoruz. Bu hedefe güçsüz bir lojistik sektörüyle ulaşma şansımız hiç yok. Lojistiğin tüm ayrıntılarıyla hayata geçtiği bir sistem sayesinde ancak hesaplar tutabilir. Biz yabancı araçlarla mücadele etmiyoruz. Etmediğimiz için de sıkıntılar büyüyor. Yabancı araçları mütekabiliyet (karşılıklılık) esaslarına göre önleme şansımız az. Ancak, yapılacak birçok denetim ve kontrollere ihtiyacımız var. Bunun adı korumacılık bile sayılmaz. Ulaştırma, Denizcilik ve Haberleşme Bakanlığı’nın yaptığı kontrollere 2012 model Türk araçlarının dahi girdiği; yüksekliğinin, tonajının denetlendiği bir noktada 1970-80 model yabancı aracın hiçbir denetime tabi olmadan transit geçebilmesi açıklanabilir bir durum değildir. YABANCI ARACA YALNIZCA TRAFİK CEZASI KESEBİLİYORUZ Belge, UBAK, tonaj, araç lastiğinin diş kalınlığı, sürüş saatleri gibi kontrolleri yabancı araçlara da uygulayabilseydik kesinlikle bunların önüne geçebilirdik. Oysa biz sadece trafik cezası kesebiliyoruz. Bizim ceza miktarlarımız, Trafik Kanunu’nda belirtilen 150 TL gibi miktarlar. Ama orada durum hiç de böyle değil. Belgenin üzerindeki plaka, sürüşle ilgili saatin aşması ve güzergahın yanlış yazılmasıyla ilgili inanılmaz cezalar ödüyoruz. Geçiş belgesi üzerindeki yanlışlık ve 20 gün önceki sürüş ihlalinden 7 bin Euro ceza ödeyen firmamız var. Bu, 6 aylık kazanca denk gelir. Üstelik, adamlar o ceza bedelini ödeyene kadar da araca el koyuyor. Türkiye’de bunun bir cezası yok. Almanya’dan aldığım yükü Bulgaristan’dan geçirirken, kontrolde 2 bin Euro ceza yiyeceğim, aracımı da iki gün bağlayacak. Hani bunun karşılığı? Türk sahipli, Romen ve Bulgar plakalı araçların olduğunu göz ardı etmiyoruz. Ama bunların yabancı taşımalarda payı çok az. Hiç kimse, kontrolü kendinde olmayan bir durumda başka bir ülkeye yatırımı istemez. Ama engelleri de başka türlü aşmak mümkün olmuyor. UBAK belgesini kontrol altına almak değişmez bir kuraldır. Ama bir kişi dahi bunu deliyorsa, sistemimizde bir yanlışlık var demektir. Belgesiz Türkiye’ye girip, mal alıp, gümrükleme yapabiliyorsa, kontrol edecek bir sistemimiz olmadığından beceriyordur. Sistemlerin gözden geçirilmesi gerekir. KONTROLLER SADECE TÜRK ARAÇLARI İÇİN MİDİR? Ulaştırma Bakanlığı’nın uyguladığı kontrol noktalarını sektör de istiyordu. Çünkü, kendi içlerindeki haksız rekabeti önlemek için bu gerekliydi. Ama, bu sadece Türk nakliyecisine uygulanmamalı, yabancıyı da bağlar hale getirilmeli. Uygulamalar doğru ama eksik. Kapı noktalarında belge kontrollerinin etkin ve acımadan yapılması lazım. Günlerine riayet edilmesi gerekir. Bunları yapmadığınızda bir adım geriye düşersiniz. Ayrıca, bunları denetleyecek eğitimli personele de ihtiyaç var. Gümrüklerde UBAK’ın nasıl kullanıldığını, ne olduğunu anlayacak personel bulundurulmalıdır. Görevli, evrağı eline aldığında nereden kaçak olabileceğini öngörmelidir. Yurtdışında kontrolle ilgili birimler, sizin her attığınız adımın bir sonrasını satranç gibi tahmin edebilir. Bizde ise bu mümkün değildir. İç gümrüklerde araç gümrüklenirken, Türkiye geçiş belgesini getirmesi ve oradaki personelin buna bakması lazım. Ama personelin çoğu neye baktığını bilmiyor. O baktığı şeyin 50 kat büyüğüyle daha sonra karşımıza çıkıyorlar. İkili toplantılarda bu yabancılar, ‘sizin memurunuz benden şunu talep etti, şunu aldı’ diyebiliyor. Hakkıymış gibi görüyor. Bizimki ise, olmayacak işlem karşısında bunu alıyor. Bu döngünün değişmesi lazım. TAŞITAN DA AYAĞINA ATEŞ ETMEMELİ Olayın bir de özel sektör boyutu var. İthalatçı ve ihracatçımızın mutlaka Türk nakliyecisine öncelik tanıma zorunluluğu vardır. Yabancı, bugün var yarın yok. Hizmet üreten Türk nakliyecisi işin kalitesine bakar. Yabancı ise, malı getirdiğiyle ilgilenir. Mal alımlarında yabancı taşıtan ‘nakliyenin ne şekilde olacağını ben belirlerim’ diyebiliyorsa, bizim ithalatçılarımız da diyebilmelidir. Oyunun kuralını belirlerken, Türk taşımacısı lehine pozitif ayrımcı davranmalıdırlar. ‘Ben uğraşmayayım, gelsin nakliyecisi CIF alsın’ demeye devam ettiklerinde ürünlerini taşıyacak nakliyeci bulamayacaklar. 50 Euro’ya taşımacısını değiştiren ihracatçı-ithalatçı örnekleri var. Elektronik ihale sistemi içerisinde tazı gibi koşturanları gördük. Bunlar hep zarar getiriyor. Düşük maliyetle kar ettim anlayışı uzun vadede büyük zararlar getirecek. Ve altından kalkamayacakları maliyetlerle karşılaşacaklar. Bu uzun soluklu bir koşu, nakliyecinin de kendilerine eşlik etmesini istiyorlarsa onları koruyacaklar. Kurallı taşıma yapan hiçbir yabancı nakliyeciye karşı değilim. Kurallı, saatine, evrağına, aracına uygun taşıma yapan buyursun gelsin. Benim aracımın Türkiye ruhsatında muayenesi yok diye aracıma 1500 Euro ceza gelirken, ben yabancının hiçbir şeyini denetleyemiyorsam sorun vardır. Türk nakliyecisinin araç lastiğinin diş et kalınlığını 6 mm’in altına inmeyecek diye denetlerken, yanlarından kel lastikle geçen yabancıya hiçbir yaptırım olmazsa bu beni de, sektörü de rahatsız eder. UND VE UTİKAD’A DA GÖREVLER DÜŞÜYOR Uluslararası Nakliyeciler Derneği, (UND) elinden geleni yapmaya çalışıyor. Ama son dönemlerde yabancılarla mücadelede biraz zayıf kaldığını gözlemliyoruz. Yabancılara karşı bir politika oluşturulmalı. Bu, kriterlerinin dernek tarafından ortaya konulduğu bir yapı olmalı. Ahmet gidip, Mehmet geldiğinde bu kriterlerde değişiklik yaşanmamalı. Kişilerin değil, Türk taşımacılık sektörünün genel politikası olması lazım. Türk nakliyecisinin hizmet kalitesi yükseltilmeli, rekabet gücü artırılmalı, bunları yaparken de dış etkenlerden minimum dahi olsa etkilenilmemelidir. Bunu yapmadığınız sürece hiçbir şey elde edemezsiniz. Öte yandan bu, yalnızca UND’nin taşıyacağı bir bayrak değil. Uluslararası Taşımacılık ve Lojistik Hizmet Üretenler Derneği de, (UTİKAD) yabancıları tercih etme yolundan dönmeli. UTİKAD, ‘ben forwarderim, hizmet üreten kişiyim’ diyerek, yabancılara meyletme mantığının dışına çıkmalıdır. Hizmet üreten kişi, yakında hizmet üretemeyecek hale gelebilir. Bunu dikkate almakta yarar var.
Türk nakliyecisini kim koruyacak?
{{member_name}}
{{formatted_date}}
{{{comment_content}}}
YanıtlaYükleniyor ...
Yükleme hatalı.