Aşağıdaki satırları 2019’un eylül ayında yazmıştım. 4 gün önce ülkemi kahreden depremde yaşanan iletişimsizlik skandalları bir kez daha anımsatmamı gerektirdi. Aslında işte tam da buna dikkat çekmeye çalışmıştım. Reklam yapmaya inanılmaz paylar ayıran GSM şirketleri, sıra altyapıya gelince ceplerindeki akrep yüzünden, kazandıkları milyarları bir türlü yatırıma kanalize edemiyorlar.
İşte o günkü makalem
Aslında bu yazıyı 3 ay önce yazacaktım ama bir türlü vakit bulamadım. Ancak, İstanbul’da dün yaşanan depremin ardından yaşanan “iletişimsizlik skandalı” hızlı karar almama neden oldu.
İletişimin bir ülkenin can damarlarından biri olduğuna dün bir kez daha şahit olduk. İstanbul’daki 5.8’lik depremin ardından, hepimizin yaptığı ilk iş sevdiklerimizden haber almak için telefonlara sarılmak oldu. Ama sonuç sessizlik ve katlanan çaresizlikten ibaret kaldı.
Niçin sevdiklerimize ulaşamadık?
Bu sorunun yanıtı aslında oldukça basit. Her fırsatta “yerli ve milli” olduklarını dile getirenler, iletişimin “yabancı ve global” olmasına karar vermişler ve bunu deyim yerindeyse “ölmüş eşek fiyatına” devirler yaparak gerçekleştirmişlerdi. Türk Telekom’u kendi bankalarımızdan çekilen kredilerle Lübnanlı Hariri ailesine; Telsim’e el konulmasının ardından açık artırmayla İngiliz Vodafone şirketine ve Turkcell’deki aslan payını da Finlandiyalı TeliaSonera’ya vermişlerdi.
Durum böyle olunca, her fırsatta milyarlarca dolarlık reklam ücretleri vererek “en iyisi” olduklarını iddia eden bu şirketler, altyapıyı güçlendirmek yerine pazarlama aşamasından öteye geçme gereği duymamışlardır. Çünkü, kimse onlara bu ülke insanının da “değerli” olduğunu, kendi ülkelerindeki vatandaşlarından bir farkı olmadığını anlatmamış. Onlar da tercihlerini yatırımdan değil, pazarlamadan yana kullanarak edimlerini yerine getirmemişlerdir.
Küçücük ülkeler, bizim topraklarımızda iletişimin hâkimi
Gelelim dünkü “iletişimsizlik” ortamı yaşanmasaydı bu yazı niçin yazılacaktı sorusunun yanıtına…
Bu yaz uzunca bir süre ülkemizin en güzel turistik mekanlarından Kuşadası’nda ikamet ettim. Kuşadası’nın hemen bitişiğinde Dilek Yarımadası adlı bir milli parkımız var. Tam bir doğa cenneti. İşte o parka giriş yaptığınız andan itibaren Türkiye’de hangi operatörü kullanırsanız kullanın Yunanistan roamingi devreye giriyor. Yani, size hizmet veren firma kapsama alanı dışında kaldığından, gittiğiniz yabancı ülkenin şebeke altyapısını kullanarak hizmet almış oluyorsunuz. Örneğin alışkanlıkla birisini aradığınızda, eğer telefonunuz yurtdışına açıksa aradığınız kişiyi yurtdışı tarifesi ödeyerek arıyorsunuz ya da sizi biri aradığında ikiniz de farkında olmadan arama ücretini paylaşmak zorunda kalıyorsunuz.
Yalnızca Yunanistan mı?
Kesinlikle değil. Ülkemin birçok yerinde aynı problemi yaşıyorsunuz. Tanık olduğum birkaç yer daha var. Ama inanıyorum bu yazıyı okuyanların da muhatap olduğu başka bölgelerimiz de mevcuttur. Örneğin bütün dünyanın hayranlıkla ziyaret ettiği Selçuk ilçemizdeki Efes Harabeleri’ne yolunuz düşerse telefonunuza bir göz atın. Yunanistan’a hoşgeldiniz mesajı ve konsolosluk bilgilerini göreceksiniz. Diyelim Bulgar sınırına yakın longoz ormanlarıyla ünlü İğneada’ya ya da o civarda herhangi bir turistik bölgemize gittiniz, yine telefonunuzda bu kez Bulgaristan’a geldiğinizi ve ücret tarifesinin olduğu mesajı göreceksiniz. Eğer Artvin’deyseniz daha Sarp Sınır Kapısı’na onlarca kilometre olmasına karşın, telefonunuzda Gürcistan’a geldiğiniz yazacaktır.
Vermeden almak
Ülkemizdeki telefon operatörlerinin yaptığını işte ancak bu sözcükle açıklamak mümkündür. Yıllarca ekranlardan, yazılı basından, elektronik ortamdan kendilerini makyajlı görünümler ve süslü sözcüklerle ifade eden bu krallar, aslında çıplaktır ama üzerlerinde en donanımlı ve şık giysiler olduğunu söylemektedirler.
80 milyonluk bu güzelim ülkenin insanları böylesine vurdumduymazlığı hak etmiyor. Ya gereğini yapın, ya da bir şekilde emanetimizi iade edin !