İnananlarına göre, insan ruhu ya da aklı çeşitli tür ve sayıda cismen algılanamayan fakat sesleri işitilebilen “iblisler” barındırır ki hepsi de doğallıkla ürkütücü derecede kötücüldür. Söz konusu “iblisler” hem kişisel hem de toplumsal felaketler öncesinde sessiz, sonrasında ise konuşkan olmayı seçmişlerdir. Her insanın zaman zaman sadece kendisinin duyabileceği ve hayli rahatsız edici hatta bazen panikletici ve sonuçları tehlikeli yanlış kararlar aldırabilici (hatta intihara sürükleyebilici), konuşkan karakterdeki “iblisler” kimileyin kişinin ruhsal dengesini altüst ederek ciddi psikolojik bozukluklara yol açabilmektedirler. İşte o zaman konunun rengi aniden karanlıklaşmakta ve bireyin hekim (psikiyatrist) görüşmesi ile onun gerektiğinde reçeteleyeceği birtakım ilaçların kısa veya uzun süreli desteğine ihtiyaç tablosu ortaya çıkmaktadır. Neyse ki gitgide kalabalıklaşan insanlık ailesinde hâlâ çok sayıda birey bahsi geçen “iblisler”den kendi olağanüstü çabasıyla ve herhangi bir bağımlılık yapıcı maddenin kontrolüne girmeksizin kurtulabilmektedir.
Yine inananlarına göre, tıpkı insanlar gibi insanların yönettiği şirketlerin ya da daha genel anlamıyla sektörlerin de ruhu/aklı çeşitli tür ve sayıda gözle görülemeyen ama sesleri işitilebilen “iblisler” barındırır ki onların da hepsi doğallıkla ürkünç derecede kötücüldür. Onlar da her cins ekonomik ve sosyal kriz öncesinde suspus fakat sonrasında bolca konuşur olmayı yeğlemişlerdir. Eğer söz konusu sektörlerin de (ki en ön sıralarında kazançlılığı kadar kırılganlığı da neredeyse 20 yıl önce yazdan kalma ışıltılı bir eylül öğleden öncesinde deneyimlenen acılı kayıplarla belleklerden asla silinmeyecek şekilde kanıtlanmış sivil havacılık endüstrisi yer almaktadır) zaman zaman yalnızca kendilerinin duyabileceği ve hayli rahatsız edici hatta bazen panik yaratıcı ve sonuçları tehlikeli yanlış kararlar aldırabilici (hatta iflasa sürükleyici), konuşkan karakterdeki “iblisler” kimileyin sektörün bir bölümünün ya da bütünün ruhsal dengesini darmadağın ederek ciddi psikolojik bozukluklara yol açabilmektedirler. İşte o zaman konunun rengi birden kararmakta ve ilgili sektörün hekim (psikiyatrist) değilse de; ulaştırma ve taşımacılık uzmanı, ekonomist, risk yönetimi uzmanı, yaşam koçu gibi çok sayıda nitelikli meslek grubu üyesinden meydana gelmiş bir eksper ekibinin acil desteğine ihtiyacı kaçınılmazlaşmaktadır. Ancak böylesi ekipler bile kimi kez yeterli gelmemekte ve kriz tufanına kapılmış sektörün unsurlarından bir bölümü hükümetlerinin ve/veya hissedarlarının büyük miktarlardaki mali yardımı olmazsa tarihe karışmanın katı ve dondurucu gerçekliğiyle karşı karşıya kalabilmektedirler. Öte yandan, özellikle kazançlılıkla kırılganlığı aynı mevsimde yaşayan havayolu sektörünün her düzeyden yöneticileri de insanoğulları ile insankızlarından meydana geldiğinden dolayı, eğer gerekiyorsa, daha önce eşi benzeri görülmemiş, tahrip gücü yüksek küresel krizlerin atlatılmasında kendilerine yukarıda değindiğim eksper ekipleri dışında belli bir süre hekim yani psikiyatrist yardımı da gündeme gelebilmektedir.
İnananlarına göre ya genetik kökenli ya da sonradan edinilmiş “iblisler” ister konuşkanlık ister sessizlik evresinde olsunlar, değişmez biçimde insanlıktan nefret etmekte ve onu ister birey ister sektör bağlamında olsun, çokluk üstü örtülü yanlış öneriler dizisiyle mutlak bir yıkım uçurumun eşiğine götürüp aşağı itelemeye âdeta yeminlidirler. İşte benzer “iblisler”in havayolu sektörüne musallat olanları 11 Eylül 2001 günü öğlesine kadar genelde gizemli sessizliklerini korumuşken hâlâ çözümüne ulaşılamamış biçimde aynı günün öğleden sonrasında inanılmaz derecede bir konuşkanlık akımına kapılmışlardır. Doğallıkla sadece sivil havacılık camiası ve iş ortaklarının işitebildiği bitmek bilmez ve bunaltıcı, ayrıca da panikletici ve suçlayıcı özellikteki söz konusu “iblis” sesleri önce havayolu şirketleri bünyesinde sınırlıydı. Bununla birlikte, daha önce eşi benzeri görülmemiş terör saldırılarının yarattığı kaos ortamı çok geçmeden sivil havacılığın normal sayılacak moral çöküntüsü ve bocalamasıyla seyahat ile turizm endüstrisini de dolaylı yoldan olumsuz etkisi altına almakta gecikmedi. Sonrasında yaşananları çoğumuz gayet iyi anımsıyoruz. İnsanlığa “Jet Çağı”nı, “Concorde”u ve çok sayıda Boeing ve Airbus marka hızlı, konforlu, güvenli dev “çelik kuş”ları armağan etmiş bir görkemli sektörün kendini paydaşlarıyla beraber kelimenin tam anlamıyla toparlayıp da, “uçuş kaygısı”ndan kesinkes arınabilmesi için yaklaşık bir düzine senenin geçmesi gerekti.
Yine inananlarına göre, tıpkı insanlar gibi insanların yönettiği şirketlerin ya da daha genel anlamıyla sektörlerin de ruhunun/aklının can düşmanı “iblisler”in gözden kaçırılmaması gereken bir ortak özelliği de mantıksızlık derecesine varabilen, yoğun anksiyete oluşturucu bir kuşkuculuğu ilgili beyinlere sanki hiç durmaksızın kronik şekilde fısıldamalarıdır. Bu fısıltılar hiç beklenmedik anda vızıltıya hatta jet motorlarının kükreyişine kolaylıkla dönüşebilmekte ve tetikleyebileceği serinkanlılık yitimi de o oranda büyük yıkımlara yol açabilmektedir. Bir önceki paragrafta kısaca irdelediğimiz havayolu camiasında tahrip yapıcılığı yüksek 11 Eylül trajedisinin stres bozukluğu yaratıcı etkilerini üzerinden atabilmeyi sonunda başarmış sivil havacılık sektörü çok geçmeden bu defa da, geride bıraktığımız yılın son günlerinde ortaya çıkıp, 2020 senesinin ilk aylarında pik yapan global COVID-19 problemiyle yüzleşmek zorunda kaldı. Üstelik de bu problem, havayolu kuruluşlarının daha önce kabullenmek zorunda kaldıkları ne 11 Eylül terör saldırılarına ne de 2007/2008 finansal krizine benzemekteydi. İnananlarına göre bunun anlamı, elbette yeni krizin “iblisler”inin de benzersiz olacaklarıydı ki, nitekim ilerleyen haftalar kendilerini tamamen haklı çıkardı.
Aslında havayolu endüstrisinin sık dillendirmese de, geride bıraktığımız mart ayının sonlarından beri tek bir temel hedefi vardı: Asil fakat nafile bir direnişle varoluş gücünü tüketmeden, 2020 yılı yaz mevsimi başlangıcına yani haziran ayına ulaşabilmek! İnananlarına göre, “iblisler”i henüz gevezeliklerinden vazgeçmemiş olsalar da sivil havacılık, COVID-19 hastalığının kaotik ortamında ümitsizlik ile çaresizlik ekürisinden kurtulabilmeyi başarma aşamasına girmiştir denilebilir. Nitekim, edinilen ilk rakamsal veriler ile tarafsız taşımacılık ve seyahat sektörü uzmanlarının ortak görüşü de hemen hemen aynı iyimserlikle iç içe.
İnananlarına göre, aynen 11 Eylül 2001 günü öğleden sonrası gibi, 2019 yılı Aralık ayının son günlerinden itibaren de sivil havacılık sektörünün ruhunda/aklında konuşlanmış olası “iblisler”in iyice konuşkanlaşmalarına karşın, sektörün 18 sene sonra çıkagelen ve bünyesinde genel tahrip gücü ortalama 5 ila 10 kat daha yüksek, global boyutta böylesi bir toplum sağlığı orijinli sosyo-ekonomik krizi başlangıçta açıkçası pek umulmayan bir serinkanlılık ve mantıklılıkla atlatabilme pistinde ilerlemesi elbette tüm havayolu camiası için yadsınamayacak nitelikte büyük bir kazanıma olanak tanımıştır. İçtenlikle belirtmeliyim ki ben, bu kazanımı sürdürüp söz konusu avantajlı durumdan zeki ve deneyimli yöneticilerince minimum hasarla sıyrılma rotasını hemen hiç terk etmediklerinden ötürü, geniş sivil havacılık ailesinin ne denli paha biçilmez bir iyi şansa sahip olduğunun bilincine çoktan erdiğine eminim. Zaten uçaklarıyla göklerde gitgide daha fazla sayıda emniyetli sörf seferi yapabilme konumuna yükselmeleri de bunun somut bir kanıtı. Her ne kadar daha önlerinde kendilerini bekleyen değişken önemde türbülanslar bulunsa da!
Verimli günler ve gelecek pazar yine bu sütunda görüşmek üzere.