Ulustrans’tan perakende sektörüne rekabetçi çözümler
3PL hizmetleri konusunda sektörün büyük bir potansiyele sahip olduğunu söyleyen Genel Müdür Olgun Hacıalioğlu, amaçlarının; müşterileri adına daha rekabetçi bir ortam yaratmak olduğunu dile getirdi.
Geride bıraktığımız yılı perakende sektörüne yönelik yatırımlarla geçiren Ulustrans, bu alandaki iddiasını her geçen gün biraz daha artırıyor. Şirket, geçtiğimiz aylarda Hadımköy’de faaliyete giren ve yalnızca perakende dağıtımları için özel olarak tasarlanan 10 bin metrekarelik depo yatırımının ardından bir de Anadolu yakasında yeni bir depo için kolları sıvadı. AVM ve şehir içi dağıtımları konusunda edindikleri know-how sayesinde 3’üncü parti lojistik hizmetlerinde (3PL) yeni bir sayfa açmış durumda. Tüm bu yatırımların amacının, müşterileri adına fark yaratmak ve rekabet avantajı sağlamak olduğunu söyleyen Ulustrans Genel Müdürü Olgun Hacıalioğlu, operasyon yöntemlerini ve sektöre ilişkin görüşlerini Lojistik Ekipmanlar okuyucularıyla paylaştı…
PERAKENDE DAĞITIMLARINA ÖZEL DEPO
2015 yılını, tamamen perakende sektörüne hizmet için depolama ve dağıtım konularına yönelik yatırımlarla geçirdiklerini anlatan Hacıalioğlu, ekipman yatırımları ve depo kiralamanın yanı sıra envanteri yönetebilecek ciddi bir altyapı ve bilişim sistemlerine de yatırım yaptıklarına dikkat çekti. WMS adı verilen depo yönetim sistemleriyle ilgili yeni yatırımlar ve iyileştirmeler gerçekleştirdiklerini söyleyen Hacıalioğlu, “Artık müşterilerimizin envanterini çok daha sağlıklı bir şekilde yürütebileceğiz. Hadımköy civarında 10 bin metrekarelik yeni bir depoyu daha bünyemize kattık. 2016 yılında da benzer yatırımlara devam edeceğiz. Karayolu, denizyolu, havayolu ve proje-ağır nakliye taşımacılığının dışında son 6 yıldır da perakende sektöründe kendimizi kanıtlamış durumdayız. Müşteri portföyümüzün büyük bölümünü çok uluslu markaların Türkiye büroları oluşturuyor. Müşteri portföyümüzü 2016 yılında daha da genişletmek istiyoruz. Bunun için de mevcut kapasitemizi biraz daha artıracağız. Avrupa yakasındaki iki depomuza ilaveten Anadolu yakasında da bir depo yatırımı yapmayı düşünüyoruz. Bu depomuz özellikli olarak mağaza zinciri olan müşterilerimize hitap edecek şekilde özelleştirildi. Buraya gelen ürünlerin tamamının envanter kaydı yapılıp ardından mağazalara dağıtılıyor. Ayrıca lojistiğin en zor konulardan biri olan iade lojistiği operasyonlarımızı da buradan yönetiyoruz” diye konuştu.
İADE LOJİSTİĞİ VE PERAKENDE LOJİSTİĞİNİN DİNAMİKLERİ
Mağazacılık açısından bakıldığında iade lojistiği, hayati önem taşıyan konuların başında geliyor. Potansiyel müşterilerin ilgisini çekebilmek için mağazadaki ürün sirkülasyonunun devamlı olması gerekiyor. Bunun için de yeni sezonu geçen ürünlerin geri alınıp yerlerine yenilerinin getirilmesi şart. Hacıalioğlu, bu konuda başarılı operasyonlar yürüttüklerini aktaran Genel Müdür Hacıalioğlu, sözlerini şöyle sürdürdü: “İade lojistiği demek; bir mağazanın satışları, indirimleri bittikten sonra yeni sezona hazırlanması sırasında, raftaki ürününü toparlayıp bir depoda envanter kaydının yapılıp saklanması anlamına geliyor. Bu ürünler daha sonra outletlere, e-ticaret sitelerine ya da yurtdışındaki mağazalara gidiyor. Bu süreç bizim için çok yorucu bir dönem olabiliyor. Çünkü perakende sektörü çok dinamik bir sektör. Özellikle moda alanından bahsediyorsak bu potansiyelin daha da arttığını görüyoruz. Yani bir yandan hem raflara yeni ürünleri koyup, bir yandan da eskileri sistemli bir şekilde geri almanız gerekiyor ve bunların hepsi eş zamanlı olmak zorunda. Özellikle kış ve yaz sezonları öncesi gerçekten çok yoğun oluyoruz. Müşterinizin ürününün sizin deponuzda olmasının hiçbir anlamı yok. Satışı tamamlamak denilen bir süreç var. Tükenen ürünü mağazaya geri koymanız gerekiyor. Rafta ne kadar ürün eksiliyorsa hemen yerine koyuyoruz. Bu çok ciddi bir süreç. Her gün bize satılan malla ilgili rapor geliyor, biz de bu rapor doğrultusunda iş emrini yaratıyoruz. Örneğin mağazada beyaz renkli tişört sayısı azaldıysa biz hemen beyaz renkli tişörtleri mağazadaki yerine koymak zorundayız.”
KNOW-HOW VE REKABETÇİ YAPI ŞART
Hacıalioğlu, kendileri için asıl önemli olanın müşterileri için daha rekabetçi bir yapı oluşturmak olduğunun altını çizdi. Müşterilerinin, rakip firmalarına oranla bir fark yaratmasının, kendilerinin en büyük başarısı olduğuna dikkat çeken Hacıalioğlu, “İstanbul dağıtımını kendi araçlarımızla yapıyoruz. Perakende lojistiği yatırımlarımız kapsamında filomuza yeni araçlar katmayı planlıyoruz. Tüm bu yatırımlar kolay aslında… Önemli olan; bu know-how’ı yaratabiliyor musunuz, bunu müşteriniz için faydalı hale getirebiliyor musunuz ve en önemlisi; müşteriniz sizinle çalıştığı için kendi rakiplerine oranla bir fark yaratabiliyor mu? Sizle çalışmış olmanın avantajını yaşayabiliyor mu? Hem fiyat, hem hız, hem de hizmet kalitesi olarak rekabetçi bir duruma gelebiliyor mu? Bizim asıl dikkat ettiğimiz, önem verdiğimiz konular bunlar” ifadelerini kullandı.
AVM’LERDEN VE TRAFİKTEN KAYNAKLANAN SORUNLAR
Türkiye’de AVM’lerden kaynaklanan pek çok sorunla karşılaşıldığını söyleyen Hacıalioğlu, sadece bu olumsuzluklar yüzünden bile markaların profesyonel tedarik zinciri yöneticilerine ihtiyacı olduğunu belirtti. İstanbul trafiğinin ise başlı başına ayrı bir sorun olduğunu hatırlatan Hacıalioğlu, sözlerine şöyle devam etti: “Bizim kullandığımız araçlar, gün içinde şehir içine girebiliyor. Ama yine de bir alışveriş merkezinin önünde duramıyorsunuz, bazen tekrar bir tur atıp gelmek durumunda kalıyorsunuz. Sadece AVM’ler değil, Kadıköy, Beyoğlu, Bağdat Caddesi gibi cadde mağazalarının yoğunlukta olduğu bölgelerde de aynı tip problemlerle karşı karşıya gelebiliyoruz. Ülkemizde alışveriş merkezleri, tüm ayrıntılar planlanarak yapılmıyor. Özellikle lojistik süreçlerin gözetilmediğini düşünüyorum. Giriş kapıları çok ufak oluyor, rampa sayısı yeterli olmuyor. ‘Bir mağaza yapalım, nasıl olsa içini doldururuz’ anlayışı var. Dolayısıyla AVM’lere dağıtım yaparken birçok sorunla karşılaşabiliyoruz. Alışveriş merkezlerinde mağazaların depoları çok ufak. Zaten mağazaların kiraları ve metrekare fiyatları da mağaza sahiplerini çok ciddi oranda yıpratmakta. Dolayısıyla bu markaların çok iyi depo operasyon yapısı ve süreci iyi idare eden bir tedarik zinciri yöneticisine ihtiyacı var.”
ŞEHİR İÇİ TAŞIMACILIĞINDA KARAYOLUNUN PAYI YÜZDE 70 ARTACAK
Şehir içi lojistiği konusunda rekabet alanının günden güne daha hızlı teslimatlar konusunda geliştiğini dile getiren deneyimli yönetici, bu durumun ise yakın gelecekte şehir içi trafiğine bir yük olarak yansıyacağını belirtti. 2020 yılına gelindiğinde Avrupa’daki karayolu taşımacılığının oranının yüzde 70 oranında artacağını öngörüldüğünü hatırlatan Hacıalioğlu, “Avrupa’da demiryolunun etkin kullanımı, yeşil enerji, denizyolunun artan hacmine rağmen böyle bir artıştan söz edilmesi dikkate değer bir durumdur. Peki, bu neden kaynaklanıyor? Tüketiciler artık siparişini verdiği ürüne hemen kavuşmak istiyor. İster panelvan araçla olsun, ister küçük bir kamyonetle olsun, o ürünü en kısa zamanda kapısının önünde görmek istiyor. Sürat, şirketlerin en önemli rekabet silahlarından biri durumuna gelmiş durumda. Tabi bu durum da, çok ciddi bir karayolu trafiği anlamına geliyor. Önümüzdeki 10 yıllık süreçte şehir içi taşımacılığın çok büyük bir artış göstereceğini düşünüyorum” açıklamasında bulundu.
PEKİ YA DRONE’LAR?
Drone’lar ile teslimat konusunun sektörü bir hayli heyecanlandırdığını hatırlatan Hacıalioğlu daha sonrasında ise farklı dinamiklerin ortaya çıkışı nedeniyle bu heyecanın yarım kaldığını kaydetti: “Bu durumun yaratabileceği kaos ciddi anlamda insanların dikkatini çekti. Şimdi bazı ülkelerde drone’lar için yeni bir sivil havacılık mevzuatı getirilmeye hazırlanılıyor. Ayrıca drone konusu, ahlaki bir çelişkiyi de beraberinde getiriyor. Yani drone’lar, lojistik hizmetleri için de kullanılabilir, başkasının özel hayatına girmek için de kullanılabilir. Bu yüzden de drone’lar ile teslimat konusu, önümüzdeki yıllarda çokça tartışmalara sahne olacak. Dolayısıyla lojistik sektörü, gelecekte de karayolu taşımacılığını yoğun olarak kullanmak zorunda kalacak.”
DERİN UÇURUM!
Hacıalioğlu, lojistiğin gelişmiş ülkeler ve ülkemizdeki payına ilişkin oldukça çarpıcı bilgiler de verdi: “Dünya lojistik pazarı 12 trilyon dolar civarında. Bir malın üretiminden, son tüketiciye ulaştırılmasına kadar ortaya çıkan maliyetin yüzde 25’i lojistiğe ait. Gelişmiş ülkelerdeki lojistiğin payı şöyle hesaplanıyor; gayri safi milli hasılanın içindeki payına bakılıyor. Gelişmiş ülkelerde GSMH’nin içindeki lojistik payı yüzde 1,5 ila yüzde 2 arasında. Türkiye’de ise bu oran sadece binde 3 civarında! Bu durum, Türkiye’de lojistik yapılmadığı anlamına gelmiyor, elbette ki yapılıyor. Türkiye’de, üretici olsun, ithalatçı ya da distrübitör olsun birçok firma; kendi lojistiğini kendi bünyesinde yapma arzusunda. Üçüncü parti lojistiğe (3PL) yansıyan bir rakam olmadığı için aradaki bu uçurumun nedeni bu eğilimden kaynaklanıyor.”
Burak GÜNER - LOJİPORT
Türkçe karakter kullanılmayan ve büyük harflerle yazılmış yorumlar onaylanmamaktadır.