“Ürünü ulaştırmak yetmez, yolculuk süreci önemli”
Dijitalleşmeyi, dönüşümü, bu süreçte yaşanacak gelişmeleri konuşuyoruz. Lojistik 4.0 diyoruz. Ancak her şeyden önce lojistik neden önemli? Lojistik hayatımızın neresinde? EkolAr-Ge Direktörü Erdem Özsalih ile söyleşi…
Eşya ve mal hareketlerinin tamamını lojistik olarak tanımladığımız bir ortamda bireyler olarak hepimiz tüketiciyiz. Önceden mağazalardan alışveriş yapıyorduk şimdi daha fazla e-ticareti kullanıyoruz. Ürünlerin tüketiciye ulaşmasına kadar geçen aşamalar, üretim ve öncesini de kapsayan süreçler lojistiğin kapsamında. Günlük yaşantımızda hepimizi doğrudan etkileyen bir sektörden bahsediyoruz. Tabii iş dünyasında biraz farklı bir boyutu var. İş dünyasında üretim, alım-satım yapan şirketlerin önemli maliyet kalemlerinden birisi lojistik.
Şirketlerin önemli bir iş ortağıyız. Artık lojistik şirketlerini bir tedarikçi olarak görmek doğru değil. Çünkü süreçlerin çok entegre olması gerekiyor. Lojistik şirketiyle, lojistik hizmetini satın alan şirketin çalışanları iş birliği içerisinde çalışmalı. Teknolojileri, yazılım altyapıları uyumlu olmalı. Dolayısıyla konu hizmet satın almasından, iş ortaklığına dönüşmüş durumda.
Lojistik, 4.0’dan tam olarak kast ettiğiniz nedir?
Endüstri 4.0 yolculuğuna çıkmış, dönüşümü yaşamak isteyen, üretim süreçlerini buna adapte etmek isteyen şirketlerin iş ortağı olarak her şeyden önce onlarla aynı seviyeye, aynı platforma gelmemiz gerekiyor. Lojistik 4.0 ile ilk kastettiğimiz şey biraz bu. Lojistik sektörünün Endüstri 4.0’a adapte olması, kendini buna hazırlaması. Aynı zamanda Endüstri 4.0 ile anlatılan teknolojilerin, yeniliklerin, konseptlerin lojistik sektörüne uyarlanması şeklinde özetleyebiliriz.
Lojistik 4.0’a geçmiş olmanız, Endüstri 4.0’a geçme çabasında olan şirketlere ne gibi avantajlar sağlıyor?
Somutlaştıralım: Karşı tarafta Endüstri 4.0’a geçmek, bu seviyede üretim yapmak isteyen bir şirket olduğunu düşündüğümüzde her şeyden önce tedarikçisinden aldığı malzemenin, müşterisine satmak istediği ürünün anlık olarak nerede, ne aşamada olduğunu izlemek, görmek ister. Herhangi bir olumsuz durum yaşanmadan öngörebilmek, tahmin edebilmek, bilebilmek ister. Kendi üretim hattını anlık verilerle besleyerek planlama yapmak ister. Karşısındaki lojistik şirketinden çeşitli verilerden süzülerek anlamlandırılmış bilgiyi ulaştırmasını bekler. Lojistik 4.0 ile bunu sağlamayı taahhüt ediyoruz.
Lojistik 4.0’ı Türkiye’de gündeme Ekol getirdi. Lojistik 4.0, Ekol adına tescillenmiş bir motto oldu. Dünyada bu anlamda neler yaşanıyor, konuşuluyor?
Dünyada lojistik 4.0’da yaşanan trendlere baktığımızda; verinin işlenmesi, bilgiye dönüşmesi çok önemli. Burada karşımıza bilgisayarlardan, yapay zekâdan yararlanmak çıkıyor.
Sektörümüz açısından ciddi fırsatlar var. Lojistik sektöründe daha önceden yapılan işlemlerin ürettiği çok ciddi veri birikiyor. Bu verilerin anlamlandırılıp; insanların yerine yazılımların, bilgisayar teknolojilerinin karar verdiği ve geleceğin planlandığı bir çağa doğru ilerliyoruz. Lojistikle ilgili en kritik konu karar destek noktalarında insansızlaşmak. Araç planlama, rotalama yükleme, depolama, ürünlerin elleçlenmesi, çizelgelenmesi gibi birçok konuda insanların olmadığı kararlar veriliyor, rotalar belirleniyor, işler araçlara atanıyor. Aslında bizim de birinci önceliğimiz kurum bünyesinde bu tarz çalışmalar gerçekleştirmek.
Araç teknolojileri gelişiyor. Otonom araçlar sektör için en önemli, ileriye yönelik oyunu bozacak, değiştirecek gelişme olacak. Aracın içerisindeki yükle etkileşimi, yolla, çevre koşullarıyla etkileşimi gibi konular, sürücüsüz araçlar sektörümüz için önemli bir eğilim. Robot teknolojileri ile ürünlerin insansız bir şekilde elleçlenebilmesi, ambalajlama, paketleme gibi işlemler için ciddi yatırımlar ve çalışmalar yapılıyor.
Taşınan ürünün güvenliği lojistik şirketinin hassasiyeti kadar geçerli. Ürünün sadece ulaştırması değil yolculuk sürecin iyi yönetilmesi gerekiyor. Lojistik şirketinin hassasiyetini de sürücü hassasiyetine indirgemeyip, bunu kurumsal bir teknoloji altyapısıyla yüksek bir standarda taşımaktan bahsediyorum aslında.
Karayolu taşımacılığında araçların değişiminden söz ettiniz. Sektör lojistik 4.0’a doğru evrilirken gümrüklerde durum nedir? Gümrükler bu dönüşüme hazır mı?
Aslında gümrüklerde bugünün teknolojileri bile bize çok fazla fırsat veriyor. Bunları tam anlamıyla değerlendirebilmiş değiliz. Ülkemizdeki kurallar biraz bunu engelliyor. Gümrük kapsamında ticaret yaptığımız diğer ülkelerde de benzer şartlar bulunuyor. Çok ileri teknoloji olmadan da gümrüklerde yapılabilecek çok fazla gelişme var.
Örneğin; devletin kurduğu, gümrük müdürlüklerini birbirine entegre eden çok güzel bir altyapı mevcut. Gümrük müdürlüklerinin herhangi birinden işlem yaparken oradaki gümrük memurları, diğer gümrük müdürlüklerinde yapılan işlemlere rahatlıkla ulaşabiliyorlar. Fakat lojistik sektörü çok ısrarcı olmasına rağmen hala bu konuda bir yasal düzenleme yapılamadı. İhracatçının, ithalatçının gümrük işlemini yaptığı gümrük müdürlüğü hangisiyse lojistik şirketinin de gidip o gümrük müdürlüğünde araç tescilini yaptırması gerekiyor şeklinde kurallar var.
Dolayısıyla daha fazla teknolojiyi, Endüstri 4.0’ı konuşmadan bugünün altyapısında, yasal düzenlemelerle birlikte gümrüklerde verimliliği artıracak ve süreçlerin çağın hızına yetişmesini sağlayacak dönüşüm mümkün.
Gümrük konusunda ilerleyen dönemde blockchain teknolojisinin ön plana çıkması ve kullanılması genel olarak lojistik sektörünün beklentisi diyebiliriz.
Sunduğunuz hizmetlerle iş ortaklarınıza sağlayacağınız önemli bir kazançtan bahsediyorsunuz. Şirketler Ekol’ün lojistik 4.0 sisteminden yararlanabilmek için nelere dikkat etmeli?
Konseptin anlamlı olabilmesi için bütün paydaşların iş birliği ve elini taşın altına koyması önemli. Olaya “Bu bir dijitalleşme yolculuğu” diye bakarsak kâğıdı, evrakı, telefonu, manuel süreçleri bir kenara bırakmak ve bahsettiğimiz konseptleri işletebilmek için olabildiğince dijitalleşmek gerekiyor. Bu konuda iş ortaklarımızın da destek olması gerekiyor. Benzer bir yaklaşımla kendi sistemleriyle bizim altyapımızı, teknolojimizi online konuşur, bilgi alışverişinde bulunur düzeye getirmeleri lazım. Biz her ne kadar dijitalleşirsek dijitalleşelim karşı tarafta e- mail ile iş emri gönderen bir müşterimiz olduğu zaman limitimiz oluşuyor, ister istemez onun ötesine geçemiyoruz. Akışı; hataya açık, anlık bilgi paylaşımının zor olduğu hala insanların birbirleriyle görüşerek konuşarak yönettiği bir noktada tutmak zorunda kalıyoruz. Dolayısıyla iş ortaklarımızı bu doğrultuda yönlendirmeye çalışıyoruz.
İşlenmiş verinin bilgiye dönüşmesinin öneminden bahsettiniz. Peki, elde edilen verinin ekonomiye dönüştürülmesi için nasıl bir potansiyel var?
Önemsediğimiz bir konu. Bununla ilgili altyapımız, çalışmamız var. Genelde lojistik maliyetler boş hareketler, araçların gittiği yerlerden geri yük bulamaması gibi konulardan dolayı artıyor. Odaklanılması gereken noktalardan birisi bu. Çok farklı sektörlerden, çok farklı şirketlerin birbirini dengeleyecek taşıma trafikleri olduğunu gözlemliyoruz. Bu anlamda eğer şeffaf bir veri paylaşımı olur, bunlar iyi bir şekilde analiz edilirse hem yurt içinde hem Türkiye ile yurt dışındaki ihracat- ithalat destinasyonları arasındaki trafikte boş ve verimsiz hareketleri elemine edebilecek kazan-kazan iş birlikleri yaratılabilir.
Bu yapılması genelde zor bir iş. Otomotiv sektöründen bir şirketin FMCG şirketiyle birlikte verilerini bir araya getirip, analiz edip “Bu noktaya benim gidiş yüküm var, benim dönüş yüküm var. Birlikte düşünelim, ortak bir proje yürütelim, maliyetlerimizi aşağı çekelim” gibi bir çalışmayı kolay yaptığımızı söyleyemem. Verinin belki de ilk sağlayacağı çok somut, net kazanımlardan birisi bu tür fırsatların yakalanması olacaktır.
Boş gelen bir tır sektörün tamamına maliyet olarak yansıyor diyebiliriz. Birçok sektörün mesleki örgütü var. Şirket şirket herkesi yurt dışında tek başına bırakmaktansa daha doğru bir entegrasyonla maliyet avantajı elde etmek mümkün değil mi?
Örneğin; ihracatçıları ele alalım. Şirketler bağımsız bir şekilde satın alma yaparak, hatta birçoğu kendilerini uzun süreli garanti altına alacak kontratlardan da imtina edip anlık, hangi tedarikçi uygun koşullar sağlıyorsa lojistik hizmeti almaya çalışıyor. Bu ortalama maliyetlerin anlamsız bir şekilde yükselmesine yol açıyor. Benim olduğum taraftan bakınca lojistik şirketleri için makul gibi gözükse de ihracatçımız ve genel ekonomimiz açısından dezavantaj yaratan bir durum. Sektör temsilcileri, birlikte hareket edip ortak platformlar oluşturup biraz daha tanımlanmış ve sınırları belirlenmiş bir şekilde ortak satın alma hizmet alımı gerçekleştirilse ciddi verimlilikler ve maliyet avantajları sağlanır. Sonuçta parsiyel dediğimiz bir, iki paletlik ürünün Avrupa’ya taşınması için ödenen birim kilogram fiyatı var. Yükler birleştirilip konsolide edildiği zaman ortaya çıkacak maliyetler ciddi oranda azalacaktır. Bunu kendi operasyonlarımızın yalınlığı ve yönetim kolaylığı açısından da tercih ederiz. Her iki taraf için de kazanım sağlayacak iş birliği ortaya çıkabilir. Bu konuda çok gelişim fırsatımız var.
Ekol’ün Taşıt Araçları Yan Sanayicileri Derneği (TAYSAD) ile bu anlamda bir iş birliği oldu. Türkiye’de çok sayıda güçlü, Avrupa standartlarında kaliteli üretim yapan otomotiv yan sanayi kuruluşu var. Bu kuruluşların tamamı kendi ihracat operasyonlarında lojistik planlamasında bağımsız hareket ediyor. Bunu konsolide ederek, tek elden yürütülmesiyle ve yaratılan maliyet avantajının ihracatçıya yansıtmayla ilgili bir projemiz halen devam ediyor.
Daha önce yaptığınız açıklamalarda Ekol’ün her geçen yıl AR-GE ve teknoloji bütçesini artırdığını söylüyorsunuz. Her yıl artırılan bütçelerle ne gibi işlere imza atıyorsunuz?
Ekol kurulduğu ilk yıllardan bu yana kendi kullandığı operasyon sistemlerini geliştirdi. Teknolojiye uzun süredir yatırım yapıyoruz. Ekol’ün bünyesinde yazılım geliştirme ekipleri var. Yazılım ekiplerimiz daha sonra farklı, tamamlayıcı yan alanlara da kaydırıldı. 2012 yılı itibarıyla Sanayi ve Teknoloji Bakanlığı destekli resmi AR-GE merkezi statüsünü kazandık. AR-GE merkezimiz, öncesinde de olan altyapının devamıydı. O dönemde özellikle sektörümüz için şartlar biraz daha zorlayıcıydı. Hizmet sektörüne Ar-GE merkezi statüsü veren otoriteyi ikna etmek için ciddi çabalarımız oldu. Sektörümüzde ilk AR-GE merkezi unvanını aldık. Hizmet sektöründe de AR-GE merkezi bulunan ilklerden biri olduk. Daha sonrasında AR-GE merkezleri yaygınlaşırken, aranılan şartlar kolaylaştırıldı, yumuşatıldı. Sektörümüzdeki diğer şirketlerden de benzer yolculuğa çıkarak AR-GE merkezi kurulumu gerçekleştiren rakiplerimiz oldu.
Her yıl AR-GE merkezimizdeki proje ve çalışan sayımız ile AR-GE için ayırdığımız toplam kaynak artıyor. Dünyada yüzde 3 gibi evrensel bir standart var Türkiye biraz daha bunun gerisinde. Türkiye ekonomisinde AR-GE’ye ayrılan pay yüzde 1’lerde. Hatta bunun da altında. Ekol ortalamaların hayli üzerinde. Şirketin toplam harcamaları içerisinde yüzde 1,5-2 payı AR-GE’ye ayırıyoruz.
Bu kaynağı büyük ölçüde istihdama, genç beyinlerin AR-GE merkezimizde lojistikle ilgili teknolojileri, süreçleri tasarladığı geliştirdiği operasyona yönlendiriyoruz. Dışarıdan, üçüncü parti sistemler, teknolojiler, yazılımlar kullanmıyoruz. Genelde kendi geliştirdiğimiz, tasarladığımız yazılımlar üzerinden lojistik operasyonlarımız gerçekleşiyor. Nakliye ile ilgili araç planlama, rotalama, optimizasyon teknolojileri gerçekleştiriyoruz. Aynı zamanda depo otomasyon sistemleri, bunun depo yönetim sistemiyle haberleşmesi gibi işin biraz daha mekanik tarafına kaydığımız çalışmalar yapıyoruz. AR-GE’de yerlilik, millilik oranımız yüksek. Dışarıdan satın alıp kullandığımız çok fazla yazılım yok diyebilirim.
Her şirket kendi AR-GE’sini nasıl oluşturur? KOBİ’ler açısından baktığınızda durum nedir?
Çok zor değil yalnız şöyle bir yanlış anlaşılma olmasın. AR-GE bir süreç. İnovatif olmak, farklı bakabilmek… Fakat bir yandan da doğal hayatın akışı içerisinde yapılamayacak kadar da ayrı ve kaliteli zaman, enerji ve bütçe ayrılması gereken bir konu. Bazen konu çok abartılıyor “AR-GE yapabilmem için büyük ekipler kurmam, ciddi kaynaklar, bütçeler ayırmam gerekiyor” diye düşünülebiliyor. Bu tek başına yeterli değil veya olmazsa olmaz bir konu değil.
Bir taraftan da kaynaklar ayrıldığı zaman şirket veya kurum “Hemen inovatif olacak, yenilikler keşfedilecek” diye varsayılıyor. Bu da tek başına mümkün değil. Çünkü şirket içerisinde bu kültürü, süreci şirket kimyasındaki akışı iyi dizayn edip oturtmak da gerekiyor. Çok fazla dışarıdan kaynak girdisi olmadan birazcık süreç farklılığıyla, bakış açısını o yöne kaydırarak, normal işleyişin dışında zaman ve enerji ayırarak KOBİ’lerimizde çok rahatlıkla Ar-GE merkezine dönüşebilir.
Asıl katma değer de AR-GE süreç yönetiminde değil mi?
Bir şeyi ekonomik koşullar uygun olduğu için ucuza alıp, pahalıya satarak veya kurlar sebebiyle iş gücü ucuzladığında ihracatta rekabetçi olmayı başararak yürütülen bir ekonomi modeli yerine; ürünlerimizi fiyattan bağımsız müşteri olan bir hale dönüştürerek sürdürülebilir oluruz. Bunun için de inovasyon, yenilik ve AR-GE olmazsa olmaz. En azından dijitalleşmeyi sağlayamazsanız malı taşıyamayacak ya da taşıtamayacaksınız. Sektörümüzde irili ufaklı çok sayda şirket var. Lojistik şirketlerinin farklı düşünmesi zorunlu.
Henüz Endüstri 4.0’ın yaygın gündeme gelmediği bir dönemde 2012’de Ekol’ün AR-GE merkezini kurmasından bahsediyorsunuz. Bu bakış açısını anlatır mısınız?
2012 yılı, AR-GE merkezinin bakanlık onaylı resmi statüyü kazanmasının tarihi. Bunun daha öncesi var. Şu anda teknoloji grubumuzun başındaki yöneticimiz Ekol’ün 17. çalışanı. Düşünün, bir şirket 1990’da kuruluyor. Şirketin önce aracı, sürücüsü, depo personeli olması gerekiyor. Belki de altyapısını, network’ünü, fiziksel şartlarını hazırlamadan, bir kişiyi teknoloji geliştirsin diye 17. çalışan olarak işe alıyor, istihdam ediyor. Bunu şirket sahibinin vizyonunun, girişimciliğinin eseri diye düşünebiliriz.
Ekol, Endüstri 4.0 öncesinde dijitalleşme ve teknolojinin iş dünyasına girme döneminde doğan bir şirket. Sadece Türkiye’de değil, Avrupa’da da kökleri daha geçmişe dayanan lojistik şirketleri için bile teknolojik geçişi sağlayabilmek; kâğıtlardan, evraklardan bilgisayarlara, yazılımlara dönüşebilmek zordu.
Teknolojik dönüşümün olduğu bir dönemde kurulması Ekol için bir avantaj oldu.
Lojistik, çok dinamik bir sektör. Firmaların, iş ortaklarımızın birbirinden ciddi oranda ayrışan, özelleşen beklentileri var. Bunları karşılayabilmek, insanları eğitmek, süreçleri anlatmak, müşteri beklentilerindeki farklılıkları uygulamaya sokabilmek için tek ve en kolay yol kullanılan teknolojinin, yazılımın geliştirilmesi. Dolayısıyla Ekol’ün değişim ve dönüşümde kullandığı aracı teknoloji oldu. Ekol’ün kuruluşunda ortaya konulan vizyon ve sonrasında yerleşen kültürün devamı olarak şimdi artık çağ değişiyor. “Zamanda çok iyi mesafe kat ettik ama artık biz de yeni bir boyuta geçmeliyiz” anlayışıyla Lojistik 4.0 ortaya çıktı. Bu yolculuğun henüz başındayız.
AR-GE çalışmalarınızla şirket dışına, sektörler geneline hizmet verebilecek bir noktada mısınız?
Sonuçta, AR-GE merkezlerinin ürettiği çıktıyı ticari bir faydaya dönüştürmesi bekleniyor. Ticari faydayı bünyesinde bulunduğu şirketin faaliyetlerine katkı sağlamak, o şirketin yeni pazarlara açılması, yeni müşteriler bulmasına doğrudan etki etmesine teşvik etmek için de ortaya koyabilir. Direkt ürettiği teknolojiyi veya çıktıyı kendi sektöründeki ya da diğer sektördeki oyunculara satarak da bunu sağlayabilir. Bugüne kadar stratejimiz genelde ürettiğimiz teknolojinin lojistik için kurum içerisinde kullanılması yönünde oldu. Sektör oyuncularından, rakiplerimizden, yurt dışındaki diğer lojistik şirketlerinden geliştirdiğimiz yazılımları, kullandığımız teknolojiyi satın almak için teklifte bulunan şirketler olmasına rağmen stratejik olarak buna mesafeliydik.
Son birkaç yıldır şirketimiz bu bakış açısını değiştirdi. Bizimle iş birliği yapan, potansiyel müşterimiz olan şirketlere; özellikle kontrat lojistiği dediğimiz depo operasyonlarında tesis tasarımı, süreç, otomasyon sistemi tasarımı gibi mühendislik çalışmalarında hizmet verdik. AR-GE faaliyetlerinin bir çıktısı olarak şirketimiz lojistik hizmetleri dışında gelir elde etmeye başladı. Bundan sonrası için daha da cesaretlendik. Aynı grup çatısı altında yeni bir teknoloji şirketi kurduk. İlk etapta hedefimiz; Ekol’e ve Ekol’ün grup şirketlerine hizmet vermek. Orta vadede bu hizmeti dışarıya açmak istiyoruz. Hizmetimizi sadece lojistik dışı sektörlerdeki potansiyel müşterilerimizle sınırlı kalmadan, doğru ve uygun şartlarda lojistik sektöründeki diğer oyuncuların da kullanabileceği, satın alabileceği bir hale getirmek düşüncesindeyiz. Lojistik sektörüne teknoloji üreten bir noktaya doğru gelmek istiyoruz. Çünkü bu yöndeki talebi görüyoruz.
Ekol, birçok uygulamasıyla sektörüne öncü oluyor. Sektörde daha sonra oluşacak gelişmelerin altyapısını oluşturuyor. İş modellerimizde yenilikçi, farklı uygulamalarımız sektörümüzde neredeyse bir standart haline dönüşüyor. Teknoloji tarafında öncülüğümüzü devam ettirmek, altyapımızı sektörümüzün hizmetine açmak isteriz.
Sektörünüz dışında mesela ihracatçı şirketlere yönelik bir çalışmanız olabilir mi? Operasyonlarını geliştirmek isteyen şirketler teknoloji merkezine gelip “Şöyle bir ihtiyacım var. Bana çözüm üretir misiniz?” deme şansına sahip mi?
Bireysel olmasındansa bütün ihracatçıları bir şekilde memnun edebilecek ölçek ekonomisi yaratabileceğimiz, sunacağımız teknolojinin maliyetinin paylaşılmasını sağlayacak şekilde yapmayı tercih ederiz.
Sivil toplum kuruluşlarıyla, sektör temsilcisi kuruluşlarla güzel iş birliklerinin çıkabileceğini düşünüyoruz. Eğer birlikte masaya oturup projeler geliştirebilirsek, çatı kuruluşların üyesi olan şirketlere, ihracatçılarımıza doğrudan fayda sağlanabilir. Şirketlerin özellikle izlenebilirlik ve olası risklerin önceden bertaraf edilmesi noktasında, ihraç pazarlarındaki muhatapları açısından avantajları olacağını düşünüyorum.
Çünkü Türkiye, Avrupa’ya ihracatını büyük ölçekte karayoluyla gerçekleştiriyor. Biz karayolunu dönüştürdük. Intermodal modeliyle trenleri, ro-ro gemilerini kullanıyoruz. Kombine taşımacılık yapıyoruz. Limanlardaki grevler, hava koşulları gibi şartlar zorlayıcı durumlar yaratabiliyor. Türkiye’den direkt karayoluyla çıkıyorsanız sınırlarda çeşitli sebeplerden yoğunluk, gecikme yaşanabiliyor.
Bu riskleri öngörebilmek ve alternatif planlar geliştirip önlemler alabilmek için kullandığımız çok güzel bir teknolojik altyapımız var. Bunu bütün sektöre açmaktan, faydalanmasını sağlamaktan memnuniyet duyarız.
Gündeminizdeki yeni projeler nedir?
Dünyadaki trendlerden çok farklı bir noktada değiliz. Özellikle depolama teknolojileriyle ilgili güçlü bir altyapımız var. Ekibimiz, kullandığımız depo otomasyonlarının yazılımlarını geliştiriyor. Şu anda odaklandığımız konu işin yazılımının dışında donanımında da söz sahibi olabilmek. Çünkü yaptığımız şey dünyanın farklı noktalarından bu konudaki en iyi cihazı satın alıp birbiriyle konuşturacak yazılımları geliştirdiğimiz bir otomasyon sistemi ortaya çıkartmak. Biraz toplama bilgisayar gibi oluyor. Bunu neden böyle yapıyoruz? Çünkü markalı, her şeyi içinde, yazılımı da barındıran bir çözüm çok maliyetli. Uzmanlığımızla farklı noktalardan satın aldığımız donanımlarla en iyi tasarımları yapıp otomasyonlu depolar kurgulayabiliyoruz.
Yazılımların kullanılacağı donanımları üretmekten mi bahsediyorsunuz?
Hedefimiz donanım tarafına kayabilmek. Bunu her bileşen için yapmak çok kolay değil. Ağır sanayi veya üretim şartları gerektiren bir noktada olmak biraz zor. Örneğin; hareketli ürünlerin bir bant üzerinde akarken üzerindeki barkod bilgilerini veya yazıları okuyup, arka tarafta resim tanıma sistemini çalıştırıp, içeriğini anlayıp ona göre farklı hatlara yönlendiren bir kameranın fiyatı 3- 5 bin Euro’dan başlıyor. Ağırlıklı olarak Alman üreticilerden alınıyor. Salt kameranın fiyatı sadece birkaç yüz Euro. Kamera, yazılımla beraber satıldığı zaman bu kadar yüksek bir bedeli konuşuyoruz. Katma değerde burada ortaya çıkıyor. Görüntüyü işleyip, proses edip yazılım dışında sadece kamerayı satın alarak bu işi yapabileceğimiz TÜBİTAK destekli bir AR-GE projesi üzerinde çalışıyoruz.
İşin donanımına dokunduğumuz birkaç projemiz daha var Otomasyon teknolojilerinin donanımlarına odaklanarak çalışıyoruz.
Teknolojik altyapımızın web tabanlı, bulut teknolojilerini kullanan yeni mobil versiyonları üzerinde yoğun geliştirme çalışmaları yapıyoruz.
Yeni kurduğumuz teknoloji şirketinin ana hedefi de bu olacak. Eski yazılımları, yeni teknolojilerle daha akıllı, daha fazla veriye dayalı, otomatik karar destek sistemlerini barındıran bir şekilde geliştirmeye çalışıyoruz. Bunların oluşturacağı altyapıyla birlikte aslında adına “Lojistik 4.0” diyerek kurumsal imajımızı dönüştürerek çıktığımız yolculuğun kısa bir süre içerisinde meyvelerini toplayacağımızı düşünüyoruz. Bunun çıktılarını hem kurum olarak özellikle yurt dışı yatırımlarımızda pazar payımızı artırarak hem de ülke ekonomisine, iş ortaklarımıza, paydaşlarımıza sağlayacağımız faydayla sonuca ulaştıracağımıza inanıyoruz.
LOJİPORT
Türkçe karakter kullanılmayan ve büyük harflerle yazılmış yorumlar onaylanmamaktadır.