Hız tutkunu 75’lik delikanlı: Süleyman Sağlık
TIR’la 1 günde Almanya’ya gidiyordu; 50 kez S. Arabistan’dan geçti, Hac farizesini ancak 5 yıl önce eşiyle yerine getirebildi…
TIR’la 1 günde Almanya’ya gidiyordu; 50 kez S. Arabistan’dan geçti, Hac farizesini ancak 5 yıl önce eşiyle yerine getirebildi…
2013 yılıyla birlikte Türk nakliyeciliğini, Türk lojistiğine dönüştüren değerlerimizi sayfalarımıza taşımaya karar verdik. İlk sayımızın konuğu da, bugünkü Merkez Hakem Kurulu’nun (MHK) Başkanı Zekeriya Alp’ten satın aldığı TIR ile taşımacılığa soyunan Sağlık Group Kurucusu ve Yönetim Kurulu Başkanı Süleyman Sağlık.
1937 doğumlu Süleyman Sağlık’ın yaşam öyküsü doğduğu kent olan Adapazarı’nın Aralık köyünde başlıyor. Yol kenarında hayvanları otlatmakla geçen günlere, gidecek okul olmadığından eğitimi sığdıramamış Küçük Süleyman Sağlık.
Bakın o günleri nasıl anlatıyor:
“Adapazarı’nın Aralık köyünde hayvanları bekler, yol kenarında onları otlatırdım. Okur yazarlığım yoktu, Kuran kursuna gitmiştim. Fakir bir aileden geliyordum. Rahmetli dedem, Türkiye’ye gelmek için Edirne Karaağaç’ta iki ay mübadele değişimi beklemiş. Erzincan Tercan’a gitmişler, orada geçinemeyince Trabzon’a geçmişler. Nemlioğluzadeler’in yanında çalıştıktan sonra orada da geçimlerini sağlayamayınca, Adapazarı’na gelmişler. Dedem, ben 7 yaşındayken vefat etti. Dedem, 3 oğluna ve 3 kızına 15 dönüm arazinin dışında hiçbir şey bırakamamış. 6’ya bölününce babam kendine düşen 2.5 dönüm arazi ile ayrılmış. Ben de 7 yaşından itibaren çalışmaya başladım. Öküz ve mandaları otlatmaya götürüyorum.”
Vatan görevi olan askerlik, bir insana bu kadar mı çok şey katar. Buna en çok Süleyman Sağlık’ın yaşam öyküsünde şahit olacak ve çok şaşıracaksınız. Bakın neler olmuş:
“Yıl, 1945. 8 yaşındayken çift sürmeye başladım. O zaman yarıcılık güzel bir iş ama yarıcılık yapmak için tarla yok. Harmanı yapıyor, savuruyorsun bir teneke ona bir teneke bana kalıyor ancak. Yürüye yürüye askerliğe kadar geldim. Askerde bir binbaşımız vardı. Beni çavuş kursuna göndermek istiyordu. Ben de araba kullanmasını bilmediğim halde araç peşinde koşmaya meraklıydım ama çavuş olmak hiç ilgimi çekmiyordu. Siirt’te 3 kişiyi çavuş kursuna gönderecekler. Sen, sen, sen diye bizleri seçti. ‘Komutanım, okuryazarım yok’ dedim. ‘Konuşma fazla, çık!’ dedi. Mecburen gittim, 3 ay sonra okuma yazma kursu ile birlikte çavuş da oldum. Diplomayı da aldım. Daha sonra garaj çavuşu yaptılar. Erdem Yılmaz isminde bir komutan şoförü vardı. Beni ehliyet almam için ikna etti. Okudum ve 1 ay sonra sınava girdim ama arabayı kullanmayı bilmiyorum. Malatya’da sınava gireceğim. ‘Kolay’ dedi, uçuyorum, hiç hayatımda araba kullanmamışım. Tarlaya girdik, yarım saat içinde her şeyi öğrendim ve şoför oldum. Yarım saatten sonra heyet, imtihan için geldi. Arabaya bindim ama fazla rahatım. Heyet başkanı ‘sen kullan’ dedi. Kolumu da camın kenarından çıkardım. ‘Bravo, seni tebrik ediyorum, güzel bir şoförsün’ dedi. ‘Ama, bir suçun var, bu kez ehliyet alamayacaksın’ deyince, ‘Komutanım, anladım kolumu buraya koymamam lazımdı değil mi?’ diye sorunca başını salladı ve ‘hadi affettim’ dedikten sonra ehliyet verdi.”
CEPTE KURUŞ YOK, OTOBÜS ALMAK İÇİN YOLLARDA!
Askerliğin kendisine çok şey kattığını her fırsatta zikrediyor Süleyman Sağlık. Öykü şöyle devam ediyor:
“Asker dönüşü ticarete başladım. En büyük merakım otobüstü. Çünkü, en fazla para kazandıran iş otobüsçülüktü. O dönem sadece Kamil Koç vardı. Bursa’ya Magirus almaya gittim fakat, cebimde 5 kuruş para yok. Uzun boylu bir adamdı İnegöllüymüş. Otobüs alma isteğimi uzun uzun anlattım. Adam da, ‘Paranız olup olmadığını bilmiyorum ama ne kadar paran varsa, otobüsün değeri 100 lira mı, sen 20 bin lira getir, sana otobüs vereceğim, seni sevdim. Ben de başarılı bir insan izlenimi bıraktın’ diye konuştu. Rahmetli babama söyledim. Bana, ‘şoförün parası pul, karısı duldur’ derdi. Bir türlü kabul ettiremedim.
Daha sonra Mercedes o dönem Türkiye’ye yeni gelmiş. İzmir Fuarı’na gitmiştim. Mengerler’i buldum, araba almayı kafama taktım ama param yok. Konuştum, tamam dediler. Babama döndüm ve ben karar verdim otobüs alacağım dedim. Gülerek ‘olur’ dedi ve ekledi: ‘Eğer başarırsan, hepinizin ama başaramazsan seni her şeyden mahrum edeceğim.’ Ben de riske girmedim ve vazgeçtim.”
İLK ARAÇ 684 FIAT TRAILER
Süleyman Sağlık, birkaç yıl çiftçilikte devrim yapacak projelerle inanılmaz kazançlar sağlıyor. Bu bölümü ileride Süleyman Amca’nın hayatını yazacağım kitapta aktarmak üzere devam edelim:
“Wolksvagen’imiz vardı onu trampa yaparak bir Murat 124 araba aldık. Ufak kardeşim ‘çiftçilik bana zor geliyor, ben taksicilik yapayım’ dedi. Taksi plakası aldı, Adapazarı Merkezi’nde taksicilik yapmaya başladı. Bir-iki kaza yapınca vazgeçti. Dedim, ‘Satalım’ çünkü plakası da var. Biri, 50 peşin 90 bin lira verdi. Daha sonra 60 bin peşine o arabayı sattım. Gittim Vehbi Koç’a 684 Fiat Trailer aldım, TIR değil. TIR başka trailer başka. Trailer, Türkiye dahilinde çalışır, kasasız bir araçtır. Ehliyetim var ama, o güne kadar sadece taksi kullanmışım. Ereğli’den demir çekmeye başladım. Taşıma kooperitifine üye olmak istedim ama bir türlü kabul etmediler. Benim niyetim, oranın daimi taşıyıcısı olmaktı. Vermediler ancak, misafir olarak çalışabiliyorum. Ereğli’ye gittik Adapazarı’na dönüyoruz. Biri de, Ereğli’den Düzce’ye gelmek istiyor. Kadir isminde bir arkadaş, beni de alır mısın? Dedi. Yolda,’ daimi taşıyıcı olmak için filan kişiyle görüşmek istiyorum’ dedim. ‘İyi, ben senin için söylerim’ diye cevap verdi. O kişiyi tanıyormuş. Tam yoldayız, ‘bak dedi o adam geliyor.’ Durduk, dedim ‘beyefendi, ben daimi taşıyıcı olmak istiyorum. Siz de başkansınız bana yardımcı olun!’ İsmimi sordu, Süleyman Sağlık deyince, yanındaki adamlardan biri atıldı. ‘Siz, Hayri Sağlık’ın nesi oluyorsunuz? ‘Amcam’ dedim. ‘Oooo, ben amcanın arkadaşıyım. Keşke burada bulunmasaydım, artık sana yardım etmesem olmaz. Benim iki arabam var, Ereğli’de çalışıyor. Başkana döndü, birini çıkar, bu arkadaşın arabasını yaz! Diğer adam işin peşini bırakmadı bu sefer iş hızlanarak daha da kötüye gitti. Artık misafir sırasından da vermemeye başladılar. Halbuki o adam da işi bitirdiğini zannediyor. Bir gün yine Ereğli’deyim. Yanımdan Kadir geçiyor. ‘Kadir merhaba nasılsın’ deyince, ‘artık çalışıyorsun keyfin yerindedir’ dedi. Anlattım.’
- Hani yazacaklardı seni,
- Yazmadılar.
Gitti, ruhsatımı aldı, yanında yük taşıtan bir adam var. Ona, ‘hemen bu arabayı yükle’ dedi. Bu sefer kooperatifçilerin yeni başkanı gelmiş, ben adamı tanımıyorum.
- Süleyman Sağlık uhsatını ver bana!
- Kadir’de.
- Kadir, ver ruhsatı!
Daha kelimesi bitmeden Kadir, bir celallendi. Titreyerek
- Bana bak! Dışarı!
Elleri titriyor, çekecek silahı vuracak. Yalvarıyorum, ‘ben istemiyorum artık burada çalışmak’ diyorum. ‘Kadir Ağa yalvarıyorum, bunlar benim dostlarım’ dedim. Neyse Kadir yapma etme, ben de bu arada arabayı aldım gittim. Harman zamanı başladı. Harman çalışınca, traileri bıraktım yeniden biçerdövere döndüm.”
CEZMİ TAŞKIN İLE TIRCILIK BAŞLIYOR
Cezmi Taşkın ve Taşkınlar Nakliyat, Süleyman Sağlık’ın hayatında önemli bir yer tutuyor. Cezmi Taşkın da, tam anlamıyla hasbelkader nakliye dünyasına adım atmış. Halen faaliyette olan bir Aygaz Bayi. O yıllarda bayilik şartı olarak bir kamyon alması gerekmiş. Böylece nakliyeciliğe de ilk adımlarını atmış. Türkiye’deki 24 numaralı C.2 Lisans sahibi. Süleyman Amca, Cezmi Bey ile tanışma öyküsünü de şöyle aktarıyor:
“Kasımpaşa’dan bir adam geldi. 3-5 kişi toplanıp bir firma kurmuşlar. ‘Bize araba lazım’ dediler. Cezmi Taşkın’ın kurduğu Taşkınlar Nakliyat. Biz de hiç sorma soruşturma yapmadan geldik, sözleşmeyi yaptık. Harmanı bitirdim, gittim iş yapmaya, baktım adam Aygazcı. Bir Aygaz bayisi var. Merter’de iki ay yük almak için bekledim. Yük yok, veremiyorlar. İstanbul Nakliyat’ın arabaları geliyor, yüklüyor basıp gidiyor; ben bekliyorum. En sonunda Cezmi Taşkın’ın yakasına yapıştım ‘iki aydır bekliyorum beni mahvettin’ diye. Neyse, Almanya’da Schenker, buradaki ayağı da Berker olan bir kuruluş var. İki kardeş, Schenker’in Acenteliğini yapıyor. Onun yanında da, Osman isminde Cezmi Taşkın’ın yeğeni çalışıyor. Mussis Saltıyan isminde gayrimüslim bir de müdürleri varmış. Cezmi Taşkın, Mussis Saltiyan’a telefon ediyor. ‘Aman bu adam beni öldürecek, şuna bir iş verin!’ diyor. Neyse hemen bir yük ayarlıyorlar.
KÖY ÇOCUĞU SÜLEYMAN SAĞLIK AVRUPA YOLLARINDA
Trailer’i branda çevirerek, TIR’a dönüştürdük. Buradan boş Karaman’a gittim, oradan yarım araba iplik yükledim. Ardından da diğer yarısını Nevşehir’de tamamladım. İlk yurtdışı seferim olan Belçika’ya yola çıktım. Köy çocuğu Süleyman Sağlık, ne yol ne de lisan bilir. Belçika’da ipliği boşalttım. Orada Konyalıoğlu isminde Ankaralı bir firmaya rastladım. İki arabaları vardı, İngiltere’ye gidecekler. Ben de onların peşine takıldım gidiyoruz. Benim arabanın plakası 54. Onlar da benim gibi yolu bilmiyor. Onlar nereye giderse ben de gidiyorum. Bu arada arkamdan bir araba geliyor. Otobanda, elleriyle ‘parka gir, parka gir’ diye işaret ediyorlar. Önümüzü kestiler, parka girdik. ‘Nerelisin’ diye sordular.
- Adapazarlıyım. deyince öteki atıldı.
- Ben de Adapazarlıyım. Doktorun oğluyum.
‘Çocuklar bu adamlar Manchester’e gidecekler ama yolu bilmiyorlar. Ben Londra’da kalacağım, onları Manchester’e uğurlayalım’ dedim. Bir tanesi yanıma bindi, arkalarından gidiyoruz. 3 TIR, bir taksi yola koyulduk. Yanımdaki,
- Süleyman Ağabey, sen hangi köydensin?
- Aralık köyünden.
- Ben de….
- Hadi len! Ben Adapazarlı oldum sen de Adapazarlı oldun. Ben, Aralık köyündenim dedim, sen de ben de o köydenim diyorsun. Hadi Adapazarını bilemeyebilirim ama Aralık köyünü de mi bilemeyeceğim?
- Ben, Reşat Bey’in oğluyum
dedi.
Rahmetli babası bir kadınla evleniyor. Babası ölünce, annesi de babasının doktoruyla evlenmiş. O da bu nedenle doktorun oğluyum demiş. Halbuki, Reşat Bey’in oğlu. Onları uğurladık, arabayı Schenker’in merkezine koyduk. Bir Kıbrıslı Türk vardı, bana kebap filan yedirdiler. Geriye döndüm, ertesi sabah; ‘700 kilometre ileriye gidecek, oradan yük alacaksın’ dediler. ‘Kiminle konuşacağım, nasıl konuşacağım bilemiyorum’ dedim.
- Hangi lisanı biliyorsun? Türkçe, Boşnakça ve Sırpça.
- Mükemmel.
- Param yetmez.
- Al sana para.
- Otobana çıkmak için yolu bilmiyorum.
- Al sana taksi.
Londra’dan 8 kilometre sonra ulaşacağım otobana geceleyin geç vakit gittim; gerçekten çok dürüst insanlar. Fabrikaya vardım, içerde kimse yok. Birini buldum, ‘gel buraya’ dedim. ‘Bak kamyon, bak adres’ dedim. Adam, ‘haaaa’ dedi. Arabayı aldı, ‘beni takip et’ anlamında bir şeyler söyledi. Doğru fabrikaya gittik. Fabrika gece vardiyasında, hep beraber yemek yedik. Sabahleyin kalktık. 14 ton yük yükledik, Bursa Renault fabrikasına. Yola çıktım. Otobana vardım, yemek yok düşünmüyorum yemeği, tek amacım yerime ulaşmak. Dedim bir kahvaltı yapayım. Baktım, bir kadın bir erkek turist. ‘Londra’ya kadar okey, Londra’dan sonra mafiş’ dedim. Çünkü, Belçika’ya gideceğim. ‘Problem yok’ dediler ve bindiler yol gösterdiler. Gece 12’de limana geldim, bastım düğmelere vurup kafayı yattım. Yemek filan hak getire. Yolu arıyorum, meğerse tünel varmış, oradan geçince Dover’e varıyormuşum. Bir yere geldik, direksiyonu kıracağım. Karşımda bir adam var ‘arkaya bak ben yürüyeceğim’ dedim. Gel gel dedi. Ama arabanın kıçı otobüse sürttü. Başımdan aşağı kaynar sular döküldü, oturdum. Otobüs şoförü ‘no problem’ diyor ama ben perişan oldum. Bana kola söylüyor, No diyorum. Polis geldi, yazdı çizdi. Polis tamam deyince, beni köprüye kadar götürmesini söyledim. Oradan Dover’e ulaştım ve TIR’cılığa başlamış oldum.
1 AYDA GİDEN YÜKÜ 5 GÜNDE ULAŞTIRDIM
TIR’cılığa adım atan Süleyman Sağlık, aynı zamanda çılgın da bir temponun içine düşüyor. Çalışmayı bir yaşam biçimi haline getiren Sağlık, oldukça da dayanıklı. Yine onun cümleleriyle devam edelim:
“Bir araba, iki araba hiç durmadan çalışıyorum. Ben yükü aramıyorum, yük beni buluyor. Belçika Genk’ten yük yükledim. General Motors parçası Kuveyt’e gidecek. 13 bin 500 mark navlunu var. Kuveyt’e gittim. Bir gümrüklü sahayla karşılaşıyorsun önce, nereden gelirsen gel, ilk durağın o gümrüklü saha. Gece olduğunda ise, kilitliyor otele gidiyorsun. Arabayı gümrükte bıraktım, baktım bir adam arabanın başında bekliyor. Geldim adam bana sarılmaya, öpmeye başladı. Hayırdır dedim. Türkçe bilen birisine ‘sor bakalım ne diyor’ dedim. Meğerse, ‘Bana 5 günde yükümü getirdi. Ben 1 aydır bu malzemeyi getirtmeye çalışıyorum’ diyormuş.
KARDEŞLERLE YOLLAR AYRILIYOR
Aynı genleri taşımalarına karşın, kardeşler bir türlü Süleyman Sağlık’ın çalışma temposuna ayak uyduramamışlar. Bu rahatsızlıklar birikince de ayrılık kaçınılmaz olmuş.
“1975 yılında babama, ‘artık para kazanıyoruz. İkinci arabayı sipariş vereceğim’ dedim. İkinci araba da çıktı. O arabayı da kardeşime verdim. Araba aldım ama kardeşim gelmiyor, öbürleri çalışmak istemiyor. Köyde oturmuşlar, başka hiçbir iş yok. Dedim, ben ‘ayrılmak istiyorum’ Rahmetli babamın tanıdığı biri vardı onu kıramadı. Madem ayrılmak istiyor o ayrılsın. Zannettiler ki, ben her şeyin en iyisine sahip olacağım. Babamın dostlarından 3-5 kişi geldi, ‘sen ayrıl’ dedi. ‘O zaman, madem bana yetkiyi verdiniz, bölüştürmeyi de ben yapacağım.’ Aramızda kardeşlerimizden biri sakat. En güzel makineyi ona verelim. İkinci olarak, en güzel makineyi diğer kardeşime; üçüncüye Volvo biçerdöveri veriyorum. Yani en kötülerini kendime aldım ve ayrıldık. Devlet, 2.5 milyon lira bankaya yatırdığında 2.5 milyon da kredi veriyordu. Tüm kardeşlerimin bu şartlarda araba almasını sağladım. Ama yine de zor geldi kardeşlerime. Daha sonra bana üç oğlum yardımcı oldu. En küçük makine ile 60 bin lira kazanan makineyi aldım, 300 bin lira kazanan makineyi onlara verdim.
ZEKERİYA ALP’İN TIR’I ARTIK SÜLEYMAN SAĞLIK’IN
Süleyman Sağlık’ın kazanma azmi, onun hayatının vazgeçilmez bir parçası da olmuştur. Ayrılık olmuştur ama büyümek ve işini geliştirme arzusundadır.
“İki araba 6 kişinin üzerinde kaldı. 3 kişiye bir araba düşüyordu. Dedim, ‘ben ayrıldım şimdi bir TIR alacağım.’ Bir TIR’ın fiyatı 2 milyon 500 bin liraydı. 500 bin peşin; 3’e taksim edersek, hemen 175 bin lira ya siz bana vereceksiniz. Ya da, 325 bin lira peşinattan geri kalanı da taksitle vereceğim, Ne ona, ne ötekine yanaştılar. Yardımcı olmayınca, ben de rahmetli hanımın altınlarını 2-3 ay sonra geri vermek üzere istedim. ‘Al, dedi zaten zekat vermem lazım.’ Altını sattım 85 bin liraya, geri kalan 300 bin lirayı da topladım. Erşen Nakliyat’ta Beşiktaş Futbol Takımı’nın kaptanları Zekeriya Alp ve Sanlı Sarıalioğlu’na gittim. Onlar da bir TIR almışlar ama çalıştıramıyorlar. O TIR’ı 1 milyon 450 bin liraya, 300 peşinle satın aldım.
Arabanın kalan borcu olan 1 milyon 150 bin lirayı 5 ayda bitirdim. Düşündüm ki, bir firma kurayım. Ama, bir arabayla da firma kurulmuyor. Kardeşlerimi yeniden içeriye almam lazım. Kardeşlerime ‘gelin bir firma kuralım’ dedim, ‘olur’ dediler. Rahmetli Nazır ‘ben hemen sana 20 bin lira vereyim’ dedi. Ben de de para vardı, onlardan hiç para istemeden bir ayda firmayı kurduk. Benim arabayı da firmanın ortak malı yaptım. Firmayı kurduk, dedim ‘verin parayı araba alacağım.’ Valla ‘bizde para yok’ dediler. Nasıl olsa firma kuruldu hepsini de ortak ettim. Peki ‘o halde yüzde 5 komisyon vereyim size’ dedim. ‘Tamam, hiçbir şeye karışmayacağız, bize yüzde 5 komisyon ver razıyız’ dediler. Kısa sürede işi geliştirdik.”
SAĞLIK GROUP’UN TEMELLERİ ATILIYOR
Daha önce yaşananlar ve kardeşlerini iyi tanıyan Süleyman Sağlık, çıkış yolu arayışındadır ve sonunda yöntemi bulur.
“Zahit’i çağırdım, ‘gel biz bir firma kuralım, bunlara da eski firmayı bırakalım.’ Tamam mı tamam. Zahit, o zaman 15-16 yaşlarında ama firmanın bütün kuruluş işlemleriyle o uğraştı. Müdür de ben oldum, arabaları firmama aktardım. Yani, bizimki limited, onlarınki kollektif yürüyebilecek konumdaydı. Rahmetli babam bunu duyunca bana kızdı. ‘Kardeşlerinle alıp götürecektin, ayrılmayacaktın’ dedi. Ben öyle bıraksaydım, buralara gelemezdik. Sonra, ben onlara hazır bir firma bıraktım. Şu an 3 tane firma kurdum, o firma da benim gibi yürüyebilirdi. Yüzde 5 komisyon, firmanın masraflarına yetmez, çünkü parayı araba kazanır. Kardeşlerim bana uymuyordu.
En büyük, ardından da onun küçüğü geçti ama onlar hep direksiyonda kalmayı tercih etti. Ben hep direksiyondaydım. Adnan ve Nahit de benimle birlikte direksiyonda daha mutluydular. Buradan çıkar, hiç durmadan Suudi Arabistan’a giderdim. Zahit’i 8-10 yaşlarında birkaç kez Avrupa’ya götürdüm. Daha sonraki yıllarda ise yöneticiliğe olan yatkınlığından ötürü şirket idaresinde kaldı. Aşağı yukarı 1995 yılına kadar direksiyon başındaydım. Şimdi de giderim ama kanunlar müsaade etmez.
Önce Sağlık, sonra Susa, sonra da SGL’yi kurduk. Susa’ya kadar tek yetkili bendim. Daha sonra 2000 yılında Zahit yürütmeye başladı. Aslında şimdi de yönetimin başındayım ama sadece Ankara’ya oraya buraya gitmiyorum. Ulusoy, bana ‘birini yerine yetiştir’ demişti. Ben ‘bunu yapamam, ama Zahit’i bir şeyler öğrenmesi için senin yanına verebilirim’ dedim. Zahit’i Saffet Ulusoy yetiştirmiştir. Büyük emeği vardır Zahit’in üstünde.”
YAKIT ARTTI, ESKİ KAZANÇLAR TARİH OLDU
Uluslararası taşımacılığın eski cazibesi yitirdiğini ifade eden Süleyman Sağlık, sektörün o muhteşem günlerini de şöyle özetliyor.
“Almanca, Sırpça, Boşnakça biliyorum. Bulgar’a, Yugoslav’a, Çekoslovakya’ya, Polonya’ya giriyorum hep Sırpça anlaşıyoruz. Küçük farklılıklar var sadece. Bu beni çok rahatlatıyor. Almancayı su gibi biliyordum, ama kullanmadığım için unutmuşumdur. Almanya’ya giriş yapıyorum. Bulgar’dan 500 marka 2 ton mazot alıyordum. Büyük depom vardı. Alman’a girerken, 30 litreden fazlası yasak. Gümrükteki görevlilerle öyle iyi anlaşıyoruz ki, 1 şişe viski tüm kapıları açıyor. 1 ton mazotla Alman’a giriyorum bütün ülkeyi geziyorum. Almanya’da mazotun litresi 147 fenik, çıkarken deklare yapıyorum. Ben Almanya’da 500 litre mazot aldım diyordum. Masraflar sıfır, gelirler büyük. Bunu defalarca yaptım. O günlerde insanlara bu çeşme bir gün kesilecek derdim, inandıramazdım. Adam, Almanya’dan Türkiye’ye 4-5 günde geliyor. Ben bir günde gelirdim. Geçen gün küçük arabayla Novi Pazar’a gittim. Gündüz, 1’de buradan çıktım, gece 12’de Novi Pazar’a vardım. 1200 kilometre. Yemek yok. bisküvitle idare ederdim. Dur diyen yoktu. Niye bu kadar kilometre yapıyorsun diyen yoktu.”
Çölde batan bir Türk TIR’ını kurtarmış
Şimdiye kadar bütün Arap Yarımadası, İran, tüm Avrupa’yı direksiyonda kat ettim. Katar, Abu Dhabi ve Dubai’de yol yoktu, çölden gidiyorduk. Kum üzerinde yol alıyorduk. Dümdüz kum, yolu lastiklerle, varillerle belirlemişler. ‘Yol budur’ diyorlar.
Çok sıcak bir gün çölde ilerliyorum. Çok uzaklarda bir karaltı gördüm. Çok uzaklarda bir araba. Ulaşmak için 60 kilometre yol gittim. Yakınlaştıkça birisi bana işaret ediyor. Adam batmış. Yani çölde 60 kilometrelik bir mesafeyi görebiliyorsunuz. Neyse, ‘geçmiş olsun’ dedim. Bir Türk TIR’ı. Adam, ‘tam bir aydır buradayım. Deveciler geldi, Doha’ya gidiyorlardı onlara söyledim ama ne gelen var ne giden’ dedi. Krikoyla arabayı kaldırdık. Altına tahta ve her lastiğin altına birer taş koyup kaldırdık, çekip çıkardık. Beraber geliyoruz. Mersinli bir arkadaş. Anlatıyor, gece rüya gördüm. Şimdi düşünüyorum da o senmişsin. Rüyamda bir kartal, üzerime süzüldü ve beni kaptı. Demek ki, o kartal senmişsin.”
İlk kaza
“Bir Volvo alıp, İran’a gittim ama arabaya bakım yaptırmamıştım, benim hatam var. Sadece ön frenleri tutuyordu. Aşağı inerken, aniden önüme araç çıktı, fren yaiptım. Tabi, arka taraflar tutmadığı için araba ön tarafa diklendi ve yattı. Sonra geldim, çalıştırdım. İzmit’e gelince, tamir edip, sonra da o arabayla yola devam ettim.”
50 sefer Mekke’den geçtim, Hac’a ancak 5 yıl önce gittim
Ben hayatımda sigara alkol içmedim. Namazı da 5 vakit kılamazdım, şimdi kılıyorum. Mekke’den belki 50 sefer geçtim. Mekke’den Taif’e gidiyorum. Medine 300 kilometre. Oradan gece gündüz geçip giderdim. Mekke’nin yanından geçip, Mina’dan devam ederdim. Baktım sol tarafta bir cami var iki rekat namaz kıldım. Ve yaklaşık 5 sene evvel oğluma dedim ki,
- Hanımla bize iki bilet al hacca gidelim.
- Baba olmuyor’
- Başaran Ulusoy’u ara!
Başaran Ulusoy’u aradı, birini gönderdiler hemen vizeler alındı. Hanım bile havaalanında öğrendi hacca gittiğimizi. Mekke’de benden daha güçlüydü. Hastalık, henüz yakasına yapışmamıştı. Benim de ilk haccım oldu. 50 kere gittim geldim, ‘bir kere çek kenara hac farizeni getir’ demedim. Yapmazdım. Sürekli çalışırdım.”
BKT hataydı, ama bir Saffet Ulusoy daha çıkarsa yine Ro-Ro’ya girerim
“UN RO-RO güzel fiyata satıldı ama satılmamalıydı. Necmi Çoban’ı tanımazdım. Ereğli’de çalışırken otelini görürdüm. Necmi Çoban, Mahiye, Tamer Gürkan, Şükrü Atak biraraya gelmişler. Beni de çağırdılar. Tamer Türker’in benimle bir problemi vardı o nedenle işin içinde o varsa uzak durmayı yeğlerdim. Ama, Necmi Çoban’ı da orada görünce biraz rahatladım. Çünkü, Çoban akıllıdır. ‘Hep birlikte bir Ro-Ro kuracağız’ dediler. (Tamer Gürkan’a doğru yönelip) ‘Kiminle, bu adamla mı? Bu adamla yola çıkılmaz.’ Çoban ve Mahiye ‘bize güven’ dediler. Çoban, ‘ben bu işin içindeyim’ deyince girdim. Ama, çok büyük hata yaptım. Kurulmasının hemen ardından UND Deniz de faaliyete geçince, biz darboğaza girdik. Halbuki, gel bize katıl, birlikte olalım. Üstelik kiralık değil özmal gemiyle başlayalım. Kurdular, kimse ne ona, ne de bize araba verdi. Ben hatalı olarak kendimi görüyorum. UND bizi destekleseydi, arka arkaya gemiler alırdık. Nakliyeci için de bir rekabet olurdu. 1.200 Euro’ya gidiyorduk şu an 2500 Euro; çünkü rekabet yok. Ama Saffet Ulusoy gibi bir adam yine çıkarsa, yine Ro-Ro’ya girerim. Saffet Ulusoy, bir gün dedi ki, ‘Süleyman Sağlık, senin arabaların gemiye binmiyor.’ Ben de şaka olsun diye ‘ortaklığımız yok da ondan’ diye cevap verdim. Birkaç gün sonra Ro-Ro hissesi almamı sağladı."
Selçuk ONUR - LOJİPORT / LOJİSTİK EKİPMANLAR
Türkçe karakter kullanılmayan ve büyük harflerle yazılmış yorumlar onaylanmamaktadır.