İlhan Karaçay
Hollanda bankaları Türk işyerlerine kapılarını kapattı
Hollanda bankaları Türk işyerlerine hesap açmıyor.
Bu konu, Türkiye-Hollanda Ticaret Odası Vakfı’nın gündeminde. Vakfın başkanı Ethem Emre’nin, Hollanda medyasında da yankılanan şikâyetine karşı verilen reaksiyonlar umut verici değil.
Türk ve Türk kökenlilere hesap açmayan bankaların gerekçeleri açık ve net değil ama, yorumlanınca, ‘kara para aklama’ şüphesi doğuyor.
Yapılan yoğun şikâyetler üzerine devreye giren ve bankalar ile temasa geçen Türkiye-Hollanda Ticaret Odası Vakfı’nın başkanı Ethem Emre, bankalardan aldığı cevaplar üzerine Hollanda medyası ile temasa geçti.
Emre’nin medyadaki açıklaması şöyle yer aldı:
“Hollanda’da şirket kurup işletme açmak isteyen Türkler, bankalarda hesap açmada büyük zorluklar yaşıyorlar. Hesap açmak için başvuru yapan Türkler aylarca bekliyorlar ve sonuçta da olumsuz cevap alıyorlar. Ret ediliş için hiç bir gerekçe göstermeyen bankalar, kime hesap açıp açmayacakları sorusuna da, “Buna biz karar veririz” modundalar.
Türkler, noterlite şirketlerini kurup Ticaret Odası’na kayıtlarını yaptırdıktan sonra, aldıkları belgeler ile seçtikleri bir bankaya hesap açmak için gittikleri zaman, yokuşa sürüş başlıyor. Uzun süren prosedürlerden sonra olumsuz yanıt alan Türkler, başvurdukları diğre bankalardan da sonuç alamıyorlar. İşyeri için satın aldıkları veya kiraladıkları yerler ile, işe başlattıkları elemanlara yüklü paralar ödeyen Türk girişimciler, iflasın eşiğine geliyorlar. Komşu ülkelerdeki bankalarda hesap açabilen Türkler ise iflastan kurtulabiliyor.
Yabancı yatırımcılar için ‘ideal’ olarak gösterilen ve 2019 yılında yabancı yatırımcılar için hesap açmayı kolaylaştırma kararı alan Bankaların bu uygulaması Türkler için geçerli olmuyor.
‘Türkler’in, önce banka hesabı açmaları daha sonra da diğer işlemleri yapmaları daha akılcı değil mi’ sorusuna cevap veren Ethem Emre, “Bankalar, Ticaret Odası’na kayıt olmayanlara hesap açmaz.” diyor.
Ethem Emre’nin Bankaar Birliği’ne yaptığı şikâyet de sonucu değiştirmedi. Bankalar Birliği’ne göre de, Banka müşteri kabul etmede serbesttir.
Hollandalılar’ın Türkiye’de yatırım yapmada hiç bir zorluk çekmediklerini belirten Ethem Emre,
“Bizim Hollandalılar’a gösterdiğimiz kolaylık, burada maalesef bizimkilere yapılmıyor ve hatta ret ediliyor” diyor.
ING Bankası’nın bir Türk girişimciye gönderdiği mektupta kısaca şunlar yazılı:
“Sayın Yönetici, 18 Nisan 2023 günü bize yapmış olduğunuz başvuruda, işyeri hesabı açmak istediniz. Size gönderdiğimiz sorulara verdiğiniz cevapları değerlendirdiğimiz zaman, sizinle müşteri ilişkisi kuramayacağımızı anladık. Bu mektupta ret ediliş nedenini okuyacaksınız.”
Ret nedenini bu mektupta okumak mümkün olmadı. Zira diğer satırlrda neden yazılı değil. Sadece, “kriterlerimize uynmuyorsunuz” gibi cümleler var.
ETHEM EMRE KABİNEYİ DE HAREKETE GEÇİRDİ
Ethem Emre, Bankalar’ın Türkler’e uyguladığı boykot olayını İlhan Karaçay’a anlattı.
Türkiye-Hollanda Ticaret Odası Vakfı Başkanı Ethem Emre, yakın dostu olan, koalisyonun en büyük ortağı VVD Partisi milletvekili Jan Klink kanalı ile, Ekonomi Bakanı Micky Adriaansens’se bu konuda bir soru önergesi verdirdi.
Ekonomi Bakanı Mickey Adriaanses VVD Milletvekili Jan Klink’in asistanı
Bo de Kruijff ile…
Soru: VVD partisi üyeleri, Hollanda ile Türkiye arasındaki ticaret ilişkisine önem veriyor. Genel olarak, ama özellikle Türkiye’deki depremden sonra, Hollandalı şirketleri Türk şirketleriyle ticaret yapmaya teşvik etmek için bir fırsat var. Bakan, Türk meslektaşıyla birlikte, Hollanda ve Türk şirketleri için ticareti daha erişilebilir hale getirmek amacıyla ticaret alanında iş birliği seçeneklerini değerlendirmeyi düşünüyor mu?
Hükümetin Cevabı:
Türkiye ile ikili ticaret ilişkileri söz konusu olduğunda, Türkiye Hollanda’nın 25 öncelikli pazarından biridir. Bu, Türkiye’nin ticaret misyonları ve araçları konusunda odaklandığımız ülkelerden biri olduğu anlamına gelir. Hollanda ve Türkiye arasındaki ikili ticaret ilişkileri, bakanlar düzeyinde yıllık olarak Joint Economic & Trade Commission (JETCO) toplantısında tartışılır. JETCO bu yıl 22 Şubat’ta Hollanda’da yapılacaktı, ancak yıkıcı depremler nedeniyle bu yılın ilerleyen bir tarihine ertelendi. Hollanda hükümeti ve VNO-NCW işbirliğiyle, iş dünyasını depremler hakkında bilgilendirmek ve Türkiye’ye yardım etme olasılıkları hakkında bir bilgilendirme toplantısı düzenlendi. Ayrıca, VNO-NCW ve Hollanda hükümeti, Türk ortaklarla birlikte, Hollandalı şirketlerin depremler sonucu yeniden inşa sürecine nasıl katkıda bulunabileceğini araştırıyor. Bu bağlamda, iki adet keşif misyonu düzenlendi.
Soru: VVD partisi üyeleri, Hollanda ve Türkiye’de faaliyet gösteren girişimcilerin Hollandalı bankalarda iş hesapları açmakta zorlandıklarını duyuyor. Bakan da bu durumdan haberdar mı ve bu konuda ne yapabilir?
Hükümetin Cevabı: Son yıllarda, bankalar, ödeme sistemine erişim, özellikle de bir ödeme hesabı açma veya sürdürme konusunda sorunlar yaşayan iş müşterilerinden sinyaller almıştır. Ödeme sistemine erişim, kara para aklamayla mücadele politika gündeminin, hükümetin önceliklerinden biridir. Politika gündeminin ilerleme raporunda, işletmelerin karşılaştığı sınırlamaların ve üzerinde çalışılan çözümlerin sektörlere göre bir özeti verilmiştir. Maliye Bakanı, sorunları netleştirmek, çözümler formüle etmek ve bunları uygulamak için sektörlerle, bankalarla ve denetleyicilerle görüşmektedir. Ayrıca, iş müşterileri için ödeme sistemine erişimi sürdürülebilir bir şekilde güvence altına almanın ne gerektirdiğini değerlendiriyor. Bu amaçla, iş müşterileri için temel bir ödeme hesabının olasılığı ve arzu edilirliği dahil olmak üzere çeşitli seçenekler araştırılıyor.
ÜNLÜ GAZETECI BART VAN RIJSWIJK KONUYLA ILGILI OLARAK ŞUNLARI YAZDI:
Türk girişimciler, Hollandalı bir bankada iş hesabı açmakta büyük zorluklar yaşıyorlar. Aylarca bekledikten sonra, çoğu durumda sonuç yine de olumsuz oluyor. Girişimciler şimdi duruma dikkat çekiyorlar. Ethem Emre, Türkiye-Hollanda Ticaret Odası Vakfı’nın başkanı, kendi vatandaşlarının uzun bekleme süreleri nedeniyle iş yapamaz hale geldiğinden yakınıyor. “Bu süre zarfında, Türk girişimciler işlerine başlayabileceklerini düşünüp çeşitli taahhütlerde bulunuyorlar,” diyor Emre. Yeni girişimciler genellikle zaten bir Ticaret Odası kaydına ve bir KDV numarasına sahiptir. “Eksik olan tek şey bir hesaptır.” Eğer bu gerçekleşmezse, yeni bir işletme bazen faaliyetlerini tam başlamadan önce durdurmak zorunda kalır. “İş hesabı için yurtdışına bile gidiyorlar çünkü Hollandalı bankalarda başaramıyorlar”.
RAAD International’dan John van Wijk, bu sorunu tanıyor. Şirketi, Hollanda’da iş yapmak isteyen çeşitli milliyetlerden insanlar için muhasebe hizmetleri de dahil olmak üzere çeşitli hizmetler sunmaktadır. “Yabancı şirketler, Hollandalı bankalarda başaramadıkları için iş hesabı için bile yurtdışına gidiyorlar.”
Sıkılaştırılmış kara para aklama yasası nedeniyle, Hollandalı bankalar bu soruna bir çözüm bulmakta başarılı olamıyor gibi görünüyor. 2019’da, Hollanda Bankalar Birliği (NVB), yabancı şirketlerin ülkemizde daha kolay hesap açabilmeleri için bir öneri sunmuştu, ancak dört yıl sonra durum daha da kötüleşmiş gibi görünüyor. Sıkılaştırılmış kara para aklama yasası, yabancı girişimciler için iş hesabı açmayı daha da zorlaştırdı.
Bankalar, ret kararında sözleşme özgürlüklerine başvuruyor: kimi müşteri olarak kabul edeceklerini kendileri belirleyebilir. Bu nedenle, çoğu durumda bir ret nedeni belirtilmez. Çapraz Kültürel Girişimci Derneği’nden Ahmet Taskan, bu konunun canını sıktığını söylüyor ve bankaların uyumla ilgili yükümlülükleri olduğunu anlıyor, ancak bankaların hesap açmayı neden ret ettiğini açıklamasını talep ediyor.
Taskan, Türkiye’nin, Mali Eylem Görev Gücü’nün (FATF) sözde gri listesinde olduğu için, Türk girişimcilerin diğerlerinden daha sık hesap açmayı ret edildiğinden şüpheleniyor. FATF, kara para aklamayla mücadele eden uluslararası bir kuruluştur. Taskan’a göre, bu denetleyicilerin, Türkiye’nin paranın kaynağını izleme konusunda yeterince çaba göstermediğini düşünüyor.
Hem Rabobank hem de ING Bank, bahsedilen sinyalleri tanımıyor. Her iki banka da kapıcı rolünü çok ciddiye alıyor ve bu nedenle yeni müşterileri kabul etmede dikkatli davranıyor. Bir hesabın amacı açık değilse, başvuru sahiplerinden önce açıklama istenir. “Yalnızca son çare olarak bir hesap başvurusu ret edilir,” diyor Rabobank’ın bir sözcüsü.
HOLLANDA’DA BANKACILIĞIN İŞLEYİŞİ
Bir kişinin çek hesabının olması o kadar normal ki, bunun verilmiş bir hak olduğunu biliyorsunuzdur. Çok sayıda insan bunu edinmek için mücadele ediyor.
İyi düzenlenmiş süper bir Hollanda’da bu işler nasıl yürüyor?
Milletvekili ve yazar Inge van Dijk, kendisine ait yeni ödeme blogunda bunları açıklarken, Türklere ayrımcılık yapıldığını da belirtiyor.
Kendi hesabınızı açmak kadar basit bir hak maalesef zorlanıyor. Bu hak, on yıllar boyunca, vatandaşlar ve işletmeler için kabul edildi ve basitti. Herkes bir banka hesabına sahip olmanın gerekli olduğunu anlıyor. Faturalarınızı ödemek, sosyal haklarınızı almak, çalışanlara maaş ödemek vs. için. Kısacası, ekonomiye ve topluma katılmak için. Hükümet de bunu böyle görüyor: Bir birey olarak, bir banka hesabına sahip olmak yasal hakkınız. Bu arada bir girişimcinin böyle bir hesabı yoktur ve hiçbir zaman da gerekli olmamıştır.
BİRAZ GEÇMİŞE DÖNELİM
Yaklaşık 50 yıl önce cari hesap moda oldu. O zamana kadar her şeyi nakit olarak ödüyor ve maaşlarımızı haftalık olarak maaş paketimizde nakit olarak alıyorduk.
1970’lerde Postcheque & Girodienst; o zamanlar çok ilerici olan ve iki ana sütuna dayanan otomatik bir ödeme sistemi getirdi: 1) herkesin, ama o zamanlar gerçekten herkesin bir hesabı vardı ve 2) bir delikli kart kullanarak birbirinize para transfer ediyordunuz. Buna ‘giroing’ deniyordu (‘giro’, ‘tur veya tur’ anlamına gelir – bisiklet hayranları iyi bilir).
Böylece giro hesabı ortaya çıktı. Her devlet memuru otomatik olarak bir giro hesabına sahip oldu, çünkü artık maaşını buradan alıyordu. Bunu kısa süre sonra ticari bankaların muadili olan banka hesabı izledi.
Geçmiş yıllarda, ister genç bir yetişkin, ister yeni bir vatandaş, ister bir şirket veya vakıf olun, doğru temel bilgileri sağlayabildiğiniz sürece bir hesap açmak kolaydı. On yıl önce, küçük işletmeler için bile hesap açmak o kadar hızlı ve basitti ki, banka şubesinden 15 dakika içinde cebinizde eksiksiz bir ödeme paketi, çalışan bir banka kartı ve PIN ile ayrılabiliyordunuz. Aktif bir çek hesabı, her banka için müşteri ilişkisinin başlangıcıydı ve hala da öyledir. Bu nedenle açılış hızı katma değer sağlar.
HERKES BANKA İŞLEMİ YAPAMIYOR
Artık kesinlikle bu kadar basit değil. DNB tarafından yapılan son araştırma, her altı Hollandalıdan birinin bağımsız olarak bankacılık yapmakta zorlandığını gösteriyor: 2,6 milyon kişi. Ödeme yapmak genellikle hâlâ idare edilebilir, ancak örneğin bir hesap açmak, banka kartını etkinleştirmek veya bakiyeyi kontrol etmek, insanların yardıma ihtiyaç duyduğu şeylerdir. Uzun zamandır dijital ortama ayak uydurmakta güçlük çekenlerin, çoğunlukla yaşlılar olduğu düşünülüyordu. Ancak, çalışma bunun çok daha büyük ve son derece çeşitli bir grup insanı ilgilendirdiğini gösteriyor. Engelli insanlar, düşük okuryazarlık seviyesine sahip insanlar, dijitalleşmede zorluk çeken insanlar, göçmen kökenli vatandaşlar ve evet, yaşlılar da…
AYRIMCILIK
Ve bunun üzerine bir başka sorun daha geliyor. Nisan ayı başında Ayrımcılık ve Irkçılığa Karşı Ulusal Koordinatörlük, Müslüman vatandaşların, bankalar ve finans kuruluşları tarafından, örneğin bir hesap açtırırken ‘yanlış’ bir soyadı nedeniyle yapısal olarak ayrımcılığa uğradığını bildirdi. Ya da farklı ödeme şekilleri yanlış yorumlandığı için. Örneğin Ramazan ayında hayır kurumlarına bol bol bağışta bulunmak iyi bir uygulamadır.
Bu durum, bir yıl önce Ukraynalı mültecilerin basitleştirilmiş bir başvuru prosedürü ile banka hesabı almalarına yardımcı olunduğundaki hız ve kararlılıkla keskin bir tezat oluşturuyor.
Belirli insan grupları gibi vakıflar, dernekler ve bazı şirketlerin de hesap açmanın, hatta hesap tutmanın ya da nakit para yatırmanın ne kadar zor olduğunu deneyimlediği ‘normal dünyada’ durum ne kadar farklı. Genellikle kara para aklamayı önleme politikaları kapsamındaki ekstra kontrollerin bir sonucu olarak veya bir hesap açmak için gereken bilgi eksikliği nedeniyle. Bankanın bu bilgilere neden ihtiyaç duyduğu her zaman açık değildir ve insanlar her şeyin uzun sürdüğünü de deneyimlemektedir. Bu memnuniyetsizlik ödeme hizmetlerinin erişilebilirliğine ilişkin rakamlara da yansımıştır. Erişilebilirlikle ilgili rapor rakamları düpedüz endişe verici ve girişimcilere de bir ödeme hesabı için yasal hak verilmemesi gerekip gerekmediği sorusu giderek daha sık soruluyor.
OTOMASYON VE STANDARDİZASYONUN SINIRLARI
Tüm bu farklı hedef grupları anlamak ve onlara iyi hizmet vermek, artık hizmet sağlayıcılar arasında maliyet verimliliğine veya getiri iyileştirmesine odaklanmakla pek uyuşmuyor gibi görünüyor. Görünüşe bakılırsa, ödeme yaparken yıllardır süregelen otomasyon ve standardizasyonun sınırlarıyla karşılaşıyoruz. Hassas konumdaki insanlar ve işletmeler, özel durumlarının daha iyi anlaşılmasını ve daha kişiselleştirilmiş hizmet talep ediyor. DNB’nin son anketi, toplumumuzdaki büyük çeşitliliğin bir veri olduğunu ve buna çok daha fazla özen göstermemiz gerektiğini açıkça ortaya koyuyor. Tasarım yoluyla kapsayıcılığa dayalı hizmet sunumu, yani ürün tasarımı aşamasından itibaren erişim ve kapsayıcılığı sağlamayı düşünmek, yerel, kişisel banka şubesinin eksikliğini telafi etmek için gerekli olacaktır. Erişilemezliği ya da bu hissi tersine çevirmenin tek yolu budur.
DAHA FAZLA BİLGİ PAYLAŞIMI
Bu da karşılıklı anlayışla başlar. Örneğin, bankaların belirli bir sektörde neyin normal olduğu konusunda daha iyi bilgi sahibi olması, böylece ‘sapkın ödeme davranışının’ veya bir hesap başvurusunun (‘yanlış’ bir soyadıyla) çok hızlı bir şekilde ret kutusuna düşmemesi. Ancak top sadece bankaların sahasında değil. Çıkar grupları da kendi sektörleri veya hedef grupları hakkında daha fazla bilgi paylaşabilir, böylece bankalar başvuruları değerlendirirken bunu dikkate alabilir. Ve biz de başkalarından öğrenebiliriz. Şube kuruluşları Bovag ve Hayır Kurumları web sayfalarındaki özel şube bilgileriyle iyi bir örnek teşkil etmektedir. Ve tabii ki tüm taraflar, bu arada mali suçlara daha fazla kapı aralamamak için gereken özeni göstermelidir. Böylece hep birlikte her zamanki gibi kapsayıcı ve basit bir ödeme sisteminin temellerini atıyoruz. Tabiri caizse Giro 3.0, çünkü delikli kart da çoktan değiştirildi.
TAŞRADA
İyi haber şu: Hollanda ödeme sisteminde yer alan tüm tarafların ulusal ortaklığı olan, Maatschappelijk Overleg Betalingsverkeer’de bu konudaki çalışmalar tüm hızıyla devam ediyor. Taşra modeli iş başında. Tüm katılımcılar, özellikle de bankalar (NVB ve Betaalvereniging tarafından temsil edilen), herkes için erişilebilirliği hızlı ve önemli ölçüde iyileştirmeye kararlıdır: daha fazla hizmet noktası, daha kolay telefon desteği ve bilgiye daha iyi erişim, böylece mevcut girişimlerin de daha iyi bulunması. İş dünyası için de Kifid’e benzer bir ofis kurulursa, tam bir daire çizmiş ve işletmelerin şikayetleriyle oradan oraya gönderilmesini engellemiş olacağız.
Kendi cari hesabınıza sahip olmak, bağımsız olarak ödeme yapabilmek: Hollanda’da kökeni giro sistemine dayanan bu onlarca yıllık geleneği onurlandırmalıyız. Elbette, ödemeleri herkes için mümkün kılmak ve mümkün tutmak da bizim sosyal görevimizdir. Hollanda’da da bu geleneğe sahipsek ve bu eldiven iyi bir şekilde tutulursa, o zaman bu derecelendirme hızla iyileşecektir ve bence şirketler için yasal bir banka hesabı hakkı hala gereksizdir.
TÜRKİYE’YE GİZLİ BOYKOT
1990’lı yıllarda Türkiye ve Türkler’e karşı resmen boykot uygulayan Financial Action Task Force on Money Laundering (FATF)’tan resmi bir boykot yok ama, nedense Türkiye ve Türkler’e gizli bir boykot uygulanıyor.
FINANCIAL ACTION TASK FORCE – FATF NEDİR?
Mali Eylem Görev Gücü (Financial Action Task Force – FATF), uluslararası bir kuruluş olup, vergi kaçakçılığı, kara para aklamanın ve terörizmin finansmanının önlenmesine yönelik standartları belirler ve bu standartların uygulanmasını izler. FATF, üye ülkelerin finansal sistemindeki zayıflıkları tespit etmeyi ve düzeltilmesini sağlamayı amaçlar. FATF’nin incelemeleri, üye ülkelerin finansal sistemlerini ve anti-kara para aklama/terörizmin finansmanını önleme önlemlerini değerlendirir.
FATF, üye ülkelerin uyum sağlamasını ve standartlarını karşılamasını sağlamak için birçok araç kullanır. FATF üye ülkelerini düzenli olarak inceleyerek ve değerlendirerek bu süreci yönetir. Bu incelemeler üç aşamadan oluşur:
Değerlendirme Aşaması: FATF üye ülkelerini belirli bir zaman diliminde incelemeye başlar. Bu aşamada ülkenin kara para aklama ve terörizmin finansmanını önleme mevzuatı ve uygulamaları incelenir.
İyileştirme Aşaması: Eğer bir ülke eksiklikler tespit edilirse, FATF bu eksikliklerin giderilmesi için ülkeye tavsiyelerde bulunur. Ülke, bu eksiklikleri gidermek için bir eylem planı oluşturmalı ve uygulamalıdır.
İzleme Aşaması: Ülke eylem planını uygulamaya başladığında, FATF bu süreci yakından izler ve düzenli olarak raporlar alır. Eğer ülke eylem planını tamamlarsa ve FATF standartlarını karşılarsa, FATF ülkeye bir “temiz fatura” verir.
Bu süreçler, üye ülkelerin kara para aklama ve terörizmin finansmanını önleme önlemlerini güçlendirmelerine yardımcı olur ve uluslararası finansal sistemi daha güvenli hale getirir.
Eğer bir ülkenin FATF tarafından incelemesi veya değerlendirmesi hakkında daha fazla bilgi almak istiyorsanız, resmi FATF web sitesini ziyaret edebilirsiniz veya ülkenin yerel maliye veya finansal kurumlarından bu konuda bilgi alabilirsiniz. Unutmayın ki FATF, uluslararası finansal sistemi daha güvenli hale getirmeye çalışan önemli bir kuruluş olduğu için, üye ülkeler için bu standartları karşılamak büyük bir öneme sahiptir.
TÜRKİYE KARA PARA AKLIYORMUŞ
Hollanda’da yayınlanan haber, röportaj ve kitaplarda, Türkiye’de 1990’lı yıllarda olduğu gibi, şimdilerde de kara para aklanıyormuş.
Peter Edel adlı bir gazetecinin yazmış olduğu Bosporus adlı kitabında, Turgut Özal’ın, Türk ekonomisini uyuşturucu ticareti sayesinde kurtardığı iddia ediliyor.
Aynı gazeteci, hikâyesine Türklere övgü ile başlamış.
21. YÜZYILDA TÜRKİYE’DE UYUŞTURUCU TRANSİTİNİ KİM KONTROL EDİYOR?
Bir süredir Türkiye’de yaşıyor olmama rağmen, Türklerin ne kadar temiz oldukları beni hâlâ şaşırtıyor. Tamam, sokaklarda bir dağınıklıkla karşılaşabilirsiniz ama içeride ev hanımları her şeyi olabildiğince temiz tutmak için büyük çaba sarf ediyor. Birçok Hollandalı bundan ders çıkarabilir, gerçekten. Ben bunu kısmen benimsedim. Eskiden Hollanda’da ayakkabılarımla bir oturma odasına umursamadan girerdim, ama şimdi bunun aslında ne kadar barbarca olduğunu fark ediyorum. Bugünlerde Hollanda’yı ziyaret ettiğimde, Türkiye’de olduğu gibi kapıda ayakkabılarımı çıkararak birçok yurttaşımı şaşırtıyorum.
1980’lerde bu temizlik tutkusu ayakkabı çıkarmaktan tamamen farklı bir anlam taşıyordu. Türkiye o zamanlar (zaten) bir kara para aklama cennetiydi. Yıkanacak çok şey vardı, çünkü Türkiye Afganistan ve Pakistan gibi ülkelerden gelen eroinin Batı Avrupa’ya geçişi için önemli bir ülkeydi (ve hala da öyle). Bu kârlı ticaretin gelirleri Türk ekonomisine güzel bir katkı sağladı. Örneğin turizm sektörünün gelişmekte olduğu bölgelerde oteller inşa edildi. Bu konuda büyük bir gizlilik yoktu; insanlar en üst düzeylere kadar bunu biliyordu. Hatta suç fonlarının kara para aklaması teşvik edildi.
Eski Başbakan Turgut Özal’ı ele alalım. Uyuşturucu kaçakçılığı ve kara para aklamanın ekonominin iki önemli ayağı olduğunu biliyordu, bundan rahatsız olmadı. Hollandalı kriminologlar Frank Bovenkerk ve Yücel Yeşilgöz, Türk Mafyası adlı kitaplarında Özal’ın 1989 yılında iki Türk bankacıyla birlikte Lübnanlı kara para aklama uzmanı Mamoud Shakarchi ile görüşmek için İsviçre’ye nasıl gittiğini anlattılar. Özal, Türk organize suç örgütlerinin hizmetlerini kullanabilmesi için Shakarchi’ye Kuzey Kıbrıs’ta bir banka vermeye hazırdı (dikkat çekici bir şekilde birçok Türk bankası orada bulunuyor). Özal mafya için rüya gibi bir başbakan olmalıydı. Bir keresinde uyuşturucu kaçakçılığı zanlıları için bir af planına karar vermişti.
Türkiye uzun zamandır kara para aklamaya karşı uluslararası sözleşmeleri imzalamayı reddeden ülkeler arasındaydı. 1995 yılında bir değişiklik oldu. Uluslararası baskılar sonucunda Türk parlamentosu o yıl bu tür uygulamaların önüne geçmek için bir yasa çıkardı. Bunun öncesinde yıllarca boş vaatler verilmiş, kara para aklamaya karşı kurulan özel meclis komisyonunda yasa tasarıları defalarca sonuçsuz kalmıştı. Ancak yasa kabul edildikten sonra bile, kaynağı belirsiz bir bavul dolusu banknotla bir bankanın kapısını çalmak pek sorun yaratmadı. Örneğin bankalar o dönemde hala mali makamlara bildirimde bulunmak zorunda değildi.
1996 yılında Türkiye, uyuşturucu kaçakçılığına ilişkin 1988 Viyana Sözleşmesi’ni de onayladı. Bir yıl sonra Alman yargıç Rolf Schwalbe, dönemin başbakanı Tansu Çiller’in uyuşturucu kaçakçılarıyla temas halinde olduğunu tespit etti. Bu karar Türkiye’de büyük protestolara yol açtı. Çiller orada da bu konuda kendini savunmak zorunda kalmadı. Adalet ve Kalkınma Partisi (AKP) 2002’de ilk hükümetini kurduktan sonra bile bu konu gündeme gelmedi. AKP Türkiye’nin tarihindeki kara sayfalarla hesaplaşmak istediğini iddia ediyor ama Çiller kaçmaya devam ediyor. Baş suç ortağı eski bakan ve eski emniyet müdürü Mehmet Ağar geçen yıl bir suç örgütünü yönetmekten mahkum edilirken, yargılama sırasında uyuşturucu konusundan kaçınıldı. Yargıç, Ağar’ın suç işleme niyeti olan bir örgüte liderlik ettiği gibi muğlak bir sonuca varmaktan öteye gidemedi. Ağar, Türkiye standartlarına göre oldukça düşük bir cezayla kurtuldu.
FATF AKP, destekçileri tarafından çoğunlukla AK Parti olarak yazılmaktadır. ‘AK’ Türkçe’de beyaz anlamına geliyor ve Başbakan Erdoğan’ın partisinin temiz olduğunu vurgulamak için kullanılıyor. Kulağa hoş geliyor, ancak yıllar sonra bile Türkiye bankalarda kara para aklama konusunda eleştirilerin hedefi olmaya devam etti. Özellikle de 1989 yılında G7’nin girişimiyle kurulan ve adından da anlaşılacağı üzere bankaların kara para aklamasını hedef alan hükümetler arası bir kuruluş olan Kara Para Aklama Mali Eylem Görev Gücü (FATF) tarafından. Daha sonra FATF’ın odak noktası bankacılık sektörünün terörizmin finansmanındaki rolüne kaymıştır.
Türkiye FATF’ın ilk 36 üyesi arasında yer almıştır. Ancak aynı zamanda en başından beri kara para aklama ve terörün finansmanına ilişkin kurallara uymayan üyeler arasındaydı. FATF bu sonuca 2005 yılında varmıştı. Bu yılın Mayıs ayında ise artık yettiğini düşündü. Türk politikacılar binlerce vaatte bulundular ama hiçbir şey olmadı ve bunun üzerine FATF bir ültimatom verdi.
Dört ay içerisinde herhangi bir adım atılmaması halinde Türkiye’nin üyeliği askıya alınacaktı. Bu son durum AB’nin gözünden kaçmadı. AB’nin Türkiye’ye ilişkin kısa süre önce yayınladığı ‘İlerleme Raporu’ FATF’ın bulgularını rapor etti.
Okuyucu muhtemelen tahmin etmiştir: dört ay sonra hiçbir şey olmamıştı. Bunun üzerine Türkiye’nin FATF üyeliği askıya alındı ve yeni bir ültimatom verildi. Şubat 2013’e kadar belirlenen koşullar yerine getirilmezse, FATF Türkiye’yi üyeliğinden çıkaracaktır. Bu tedbirin sonuçları küçümsenmemelidir. Türkiye, FATF tarafından İran ve Kuzey Kore gibi ülkelerle aynı kefeye konulacaktır. Bu durum sermaye akışına ve ticarete ambargo uygulanmasının yanı sıra Avrupa Yatırım Bankası (EBI) gibi finans kuruluşlarıyla ilişkilerin kesilmesine de yol açabilir. Bu durum şüphesiz Türkiye’nin halen yetersiz olan altyapısının iyileştirilmesine yönelik projeler üzerinde olumsuz bir etki yaratacaktır. Sonuç olarak ildeki girişimciler zarar görecektir. AKP’nin temsilcisi olduğu girişimciler.
Elbette asıl soru, dünyanın en hızlı büyüyen ekonomilerinden birinin bu tehditle yüzleşmesine nasıl izin verebileceğidir. Türkiye’de çeşitli türlerde terörizm var, dolayısıyla bunun finansmanını dışlamak için her türlü nedene sahip olmalı. Bunun sebebinin Türk hükümetinin terörizmi tanımlamakta zorlanması, örneğin Kürt PKK’yı terör örgütü olarak kabul edip Filistinli Hamas’ı terör örgütü olarak kabul etmemesi olduğu düşünülüyor. Öte yandan Türkiye’de hala kara para patlaması yaşanmaktadır. Terörizmin banka finansmanına karşı alınacak tedbirler aynı zamanda bu paranın aklanma kabiliyetini de sınırlayacaktır.
Kara para Türkiye’nin her köşesinden geliyor. İnşaattan kadın ticaretine kadar. Peki ya uyuşturucu? Çünkü terörizmin genellikle uyuşturucu kaçakçılığı yoluyla finanse edildiği bilinen bir gerçek. Tamam, konu Türkiye olunca bugünlerde pek konuşulmuyor ama Afganistan’dan batıya giden ‘eroinin’ sadece çok küçük bir kısmı Türk makamları tarafından ele geçiriliyor. O kadar küçük ki, başka rotaların kullanılma ihtimaline rağmen, çok sayıda eroinin buradan geçtiğini parmaklarınızla sayabilirsiniz. Belki eskisi kadar çok değil ama yine de kapsamlı bir yıkama gerektirecek kadar çok.
1990’larda Türkiye’de ne zaman uyuşturucudan bahsetseniz, etkileyici bir faşist bozkurt sürüsü koşarak gelirdi. Özellikle Tansu Çiller’in Kürt ‘işadamlarını’ ortadan kaldırmasından sonra, bu işte çok fazla söz sahibi oldular. Silahlı kuvvetler, jandarma, polis ve çeşitli istihbarat örgütleri gibi güvenlik güçleriyle işbirliği yaparak kârdan paylarını aldılar. Ancak AKP hükümeti silahlı kuvvetlerin bağımsız yapısına son verirken artık Ülkü Ocakları hakkında neredeyse hiçbir şey duymuyorsunuz.
Kısacası, 21. yüzyılda Türkiye’de uyuşturucu transitini kim kontrol ediyor? Bilenler söyleyebilir.
Bu yazı toplam 1010 defa okunmuştur
Türkçe karakter kullanılmayan ve büyük harflerle yazılmış yorumlar onaylanmamaktadır.