PTT, Osman Tural ile kargoda ilk 10'a koşuyor
Çocukluğunda kendisine ödül veren kaymakamın ‘bey’ sözcüğünden etkilendi kaymakam oldu. Şimdi de PTT’yi dünyanın en büyük 10 kargo şirketi arasına...
Çocukluğunda kendisine ödül veren kaymakamın ‘bey’ sözcüğünden etkilendi kaymakam oldu. Şimdi de PTT’yi dünyanın en büyük 10 kargo şirketi arasına sokmayı hedefliyor…
PTT Yönetim Kurulu Başkanı ve Genel Müdürü Osman Tural, Samsun’un Alaçam ilçesinde, yıllarca çocuk özlemiyle yanıp tutuşan bir eve doğmuş. Annesinin ve Tarım Kredi Kooperatifi’nde müstahdem olan babasının kıymetlisi. Alaçam’da başlayan öğrenim hayatı, Ankara Siyasal Bilgiler Fakültesi’nde sonlanmış.
Çocukluk tutkusu olan kaymakamlığa adaylık günlerine, efsane vali rahmetli Recep Yazıcıoğlu’nun engin tecrübesinden yararlanarak hazırlanmış. Kaymakamlığındaki icraatlarıyla bize Yazıcıoğlu’nun kaymakam versiyonunu anımsatan başarılı bürokrat, yaklaşık 10 yıldır da PTT’ye hamle üstüne hamle yaptırıyor. Geçtiğimiz günlerde seçildiği Türkiye Tenis Federasyonu başkanlığıyla da, uzunca bir süre ulusal basının gündeminde kaldı. Samimiyetinin doğallığından kaynaklandığını bildiğiniz halde, yürürken etrafa saçtığı aurasından etkilenmemeniz de mümkün değil.
İşte PTT Yönetim Kurulu Başkanı ve Genel Müdür Osman Tural’ın sorularımıza yanıtları:
Dünyadaki yaşamınıza nerede ve nasıl başladınız?
1964 Samsun Alaçam doğumluyum. Anne babamın 9 yıl çocuğu olmamış. Uzun bekleyişin sonunda ben dünyaya gelmişim, dolayısıyla anne ve babamın kıymetlisiyimdir. Babam, o günleri anlatırken, ‘sen doğunca 4 yaşında bir dana kestim’ diye anlatır. Biri kız, iki erkek olmak üzere 3 kardeşiz. İlk ve orta öğrenimimi Alaçam’da okudum. Daha sonra da 1982 yılında girdiğim Ankara Üniversitesi Siyasal Bilgiler Fakültesi’ni 1986 yılında bitirdim. 1987 yılında da kaymakamlık adaylığına başladım. İlk görev yerim Tokat’tı. Kaymakam adaylığı süreci 3 yıldır. O dönem Tokat Valisi rahmetli Recep Yazıcıoğlu’ydu. Yabancı dilimi geliştirmek için 1 yıl devlet desteğiyle İngiltere’ye gittim. Dönüşümde Giresun’un Keşap ilçesine vekaleten kaymakam olarak atandım. Ankara’da yeniden 6 aylık kaymakamlık kursunun sonunda çekilen kurada Sinop’un Durağan ilçesi görev yerim olarak çıktı. Durağan’da 1 yıl çalışmanın ardından Elazığ Karacakaya’ya kurucu kaymakam olarak atandım. Adana Karahisarlı kaymakamlığımı takiben de Sivas Vali Yardımcısı oldum. Sonra 1 yıl master için tekrar İngiltere’ye gittim. 2001 yılında Sivil Savunma Genel Müdürlüğü’ne Daire Başkanı olarak atandım. 2004 yılına kadar devam eden görevimin ardından Sayın Ulaştırma Bakanımıza danışman olarak görevlendirildim. O yılın haziran ayından itibaren de PTT Genel Müdürlüğü görevindeyim.
Çocukluğunuz nasıl geçti?
Alaçam küçük bir ilçe. Babam Tarım Kredi Kooperatifi’nde müstahdemdi. Çocukluğumuz tütün ve çalışmayla geçti. Babam disiplinli bir adamdı. Hiç taviz vermedi ve yıllarca okulla işi birlikte götürdüm. İlkokulda da, daha sonra devam ettiğim imam hatip lisesinde de tembel ama başarılı bir öğrenciydim. Ödev filan da yapmazdım.
KAYMAKAMLIĞIN İLK İŞARETİ
12 Eylül döneminde ilhan Atış bizim ilçenin kaymakamıydı. Çok iyi kompozisyon yazardım, Kompozisyon dalında ilçede birçok birinciliğim vardır. Lise 1’deyim. 29 Ekim ile ilgili yazdığım bir kompozisyonda arkadaşların önünde ödül verirken bana, ‘Osman Bey’ diye hitap etti. Bizim oralarda ‘Bey’ denince akla kaymakam, öğretmen gelir. Çocuklar bey sözüne gülünce, ben de ‘kaymakam olacağım, siz de bana ‘bey’ diyeceksiniz’ demiştim. Liseyi bitirdiğimde de üniversite rehberinde kaymakam nereden çıkınca olunuyorsa, o okulları işaretledim. Siyasal bilgiler fakültesini bitirdikten sonra da, alan çok geniş olduğu halde sadece kaymakamlık sınavına girdim. Bin kişinin katıldığı sınavda da dördüncü oldum.
Nasıl bir öğrenciydiniz?
Lisede de aktif bir öğrenciydim. Bando takımında majörlük yapardım. Çocuklar sözlü olduğunda, ben de başarılı bir öğrenci olduğum için hocalar benden hiç kuşkulanmazlardı. ‘Bugün çok ağır bir sözlü var, gel şu bando takımını çalıştır’ derlerdi. Ben de toplanın o zaman deyip, müdürden izin aldıktan sonra herkesi bando çalıştırmaya götürürdüm. Arkadaşlarımızı sözlüden kurtardığımız çok olmuştur.
Sporun her türünü yapmaya çabaladım. Kardeşimle aynı okuldaydık. Biradere eve erken gitmesin diye rüşvet verirdim. Çünkü, eve erken giderse, benim top oynamaya kaldığım belli olacak; eve gidince zılgıtı yiyeceğiz. Ben de okul takımında oynuyorum. Mesela cumartesi günü maç var. Normalde erkenden kalkar kahvaltınızı yapar, maça hazırlanırsınız. Ben ise, eşekle dağa gider odun getirirdim. İki saat yürü, iki saat odun kes, iki saatte de köye gel; sonra da maça çıkardım. Ama, o kondüsyonların geri dönüşünü şimdi alıyorum.
Geçtiğimiz aylarda Türkiye Tenis Federasyonu Başkanı oldunuz. Tenise ilginiz nasıl başladı?
Kaymakam olduktan sonra spor yapamamanın acısını çıkardım. Gittiğim her ilçede, kolay olduğu için pinpon ve futbol oynardım. Tenis tutkuma gelince, İngiltere’ye gittiğimde hep tenis maçlarını izlerdim. İngiltere’de çok sayıda kort var, parklar da çok geniş. İki gidişimde de, yanımda çocuklarım vardı. 2000 yılındaki ikinci gidişimde çocuklarım daha büyüktü, orada tenis oynamaya başladık. Döner dönmez de tayinim Ankara’ya çıkınca, tenisi devam ettirdim. O zaman Ağrı Valiliği’mizden emekli olan Mehmet Çetin de, İçişleri Bakanlığı Özel Kalem Müdürü. O da tenise aynı günlerde başlamış. Şu anki Kırşehir Valimiz Özdemir Ağabey de, onlarla hemşehri. Benim tenis oynadığımı söylemiş. Biz de aldık raketleri polis kolejinin sahasında, meclis lojmanlarının kortunda 2-3 yıl oynadık. Daha sonra Mehmet Ağabey, Özel İdare Müdürlüğü Genel Sekreteri oldu. Böylece kulüplere de gitmeye başladık. Bu arada ben PTT Genel Müdürü oldum. O günlerde, ‘tenise gönül vermişsin gel seni federasyona yazalım’ dediler. O zamanki Tenis Federasyonu Başkanı da Mesut Polat. 2008 yılında Tenis Federasyonu’na üye oldum. Son yapılan seçimde de başkan.
Vali Recep Yazıcıoğlu ile birlikte çalışma şansı da yakaladınız. Nasıl biriydi rahmetli?
Recep Yazıcıoğlu, nevi şahsına münhasır bir valimizdi. Allah mekanını cennet etsin. Kaymakam adaylığım sırasında Tokat’ı tercih ederken, birinci nedenim, Recep Bey’in orada vali olmasıydı. Çarşamba günü Tokat’a gittim. Ben, liseden beri evliyim, çoluk cocuk da var. Oraya gittiğimde yeni kura çekmiş bir ağabeyimiz vardı Nurettin Yılmaz. O dedi ki, bana, ‘Bizim meslekte 1 gün bile önemlidir. Gelmişken hemen başla, Cuma günü izin alır gidersin.’ Cuma günü Nurettin Ağabey ile beraber gireceğiz. Daha memuriyetimin ilk günleri. İçeriye girdik. Rahmetli, her hafta üniversiteden hocaları çağırır ve bir aktivite yapardı. O haftasonu da bir sempozyum varmış. Ben de daha izin der demez. ‘Ne izni, dün başladın göreve. İzin istiyorsan başka bir iş yap! Diyerek odasından kovdu. Sempozyumdan kaçmak için izin istediğimi düşündü. Bir takım elbiseyle gelmişim. Çaresi yok kalacağız, yeniden kravat, gömlek filan aldım. Haftasonu kaldık, pazartesi sabahı valinin huzurundayız. Sordu:
- Ne yapıyorsun sen burada?
- Efendim, izin vermediniz.
- Oğlum kaymakamın izni mi olurmuş. Kaymakam, ne zaman mesaiye gideceğini, ne zaman geleceğini kendi bilir. Git, kaymakam adamsın ne zaman istersen o zaman gelirsin.
Yani, Recep Yazıcıoğlu, böyle değişik bir adamdı. Beni de aslında biraz kendisine benzetirler. Doğrudur. Onun etkisi mutlaka üzerimde kalmıştır.
Rahmetli Yazıcıoğlu ile sabah 8-8:30’da 3 kaymakamla birlikte çıkardık. Yanımızda koruma filan da olmazdı. Köy köy dolaşır, gece 11’de geri dönerdik. Bu arada yemek filan da yok. Birkaç kere aç kalınca, formülü bulduk. Köfte ekmek yaptırıp, şoföre de arkaya koymasını söyledik. Çeşmenin başından geçerken, ‘Sayın Valim su içebilir miyiz’ dedik ama asıl maksadımız tabi yemek yemekti. Çünkü, yemek içmek onun aklına bile gelmezdi. Ne yaptığımızı anlardı ama sesini de çıkarmazdı. Gece 11’de dönerken de, ‘şimdi size kimse yemek vermez, hadi konağa gidelim de sizi doyurayım’ derdi. Lahmacun ya da pidelerimizi yerdik. Biz eve giderken, kendisi de havuzda yüzerdi. Ne zaman yemek yer bilemezdik. Çalışmayı çok seven ilginç bir valimizdi. Allah rahmet eylesin.
Kaymakamlık çok halkla iç içe bir meslek kolu. İlginç anılarınız var mı?
Kaymakamlık, kişisel tatmin anlamında en güzel mesleklerden biridir. Vatandaşın sizi devlet olarak gördüğü, başvurduğu bir de çözüm üretebiliyorsanız tatminin zirvede olduğu bir meslektir. Devlet sizsiniz. Kocasından dayak yiyen de, karısından dayak yiyen de gelir. Karısı, ineği doğum yapamayan senden yardım ister.
Karahisarlı’da kaymakamım. Köylü, bankadan krediyle inek almış. Hayvan doğum yapacak ama zorlanıyor. Veterinere gitmiş, adam da ben gece vakti gitmem demiş. Saat 1.5-2 civarı. Baktım, vatandaş gelmiş. Biliyor ki, kaymakama o saatte de gelse bir şey denmeyecek. Çünkü, o samimiyeti verdik. Kaymakamın evi herkese açık, ne koruma ne de başka engel var. Köylü durumu aktarınca, veterineri aradım, veteriner aynı zamanda ilçe müdürü. Falanca kanunun, filanca maddesine göre ‘bizim gece gitme zorunluluğumuz yok’ dedi. Dedim ‘bak müdür! Kanun manun dinlemem. Vatandaşın ineği ölüyor, gideceksin!’ Cenabet olduğunu ima ederek, ‘Gidebilecek durumda değilim’ dedi. ‘Cenabetsen de git, ineği kurtar! Bu daha hayırlıdır’ deyince adam gitti ve ineği kurtardı.
Durağan’da köy gezilerine gidiyoruz. Vatandaş, kaymakam diye kerli felli, göbekli bir adam bekliyor doğal olarak. Köye vardık, arabadan inerken, önce bir bakıyorlar kaymakam kim olabilir diye, bir kadıncağız, ‘kaymakam sen misin’ diye sordu. Evet benim deyince, ‘çok tıfılmışın’ dedi.
MİMARI ALTINDAYKEN KÖPRÜYE SAĞLAMLIK TESTİ
Yine Adana Karahisarlı’da bir muhtarım var. Zaten 3-5 hane kalmış. Birdenbire yağmur boşanıyor ve sel geliyor. Bir köprüye ihtiyaç var. Köy Hizmetleri’ne proje çizdirdik. 4 milyon lira ödeme çıktı. Köye Hizmet Götürme Birliği’nden yaptıracağız. 4 milyon lira gerçekten çok para. Muhtar; ‘Kaymakam Bey, biz bunu 4 milyon olmadan yaparız’ dedi. ‘Bizim orada kavaklar var. Sen de çimento parasını verirsen hallederiz.’ Tamam, kime yaptıracağız? ‘Köy Hizmetleri’nin işini yapan adamlar yapacak.’ ‘Kaç liraya yapacaksın’ dedim. ‘İşçilik kaç kuruş olursa verirsin’ dediler. ‘Proje çiz getir, ama tek şartım var: Köprüyü yapacaksın, bir ay sonra, sen altına yatacaksın. Ben de üzerinden dozerle geçip, sağlam olup olmadığını test edeceğim.’ O 4 milyonluk köprüyü 250 liraya bitirdik. Adamı da altına koyup, dozeri köprünün üstünden geçirdim. Hakikaten sağlam çıktı.
EN BÜYÜK PAY ÇALIŞANLARIN
PTT ile tanışmanız nasıl oldu? Kurumu uçuracak projeler zaten çantanızda mıydı? Yoksa, süreç içinde mi gelişti her şey?
2003 yılında benden önceki PTT Genel Müdürü, şu anda TRT Genel Müdürü olan İbrahim Şahin. İbrahim Bey zamanında PTT Bank açılımı yapıldı. Otomasyon sistemi yoktu. Sistemin çalışması başladı. Ben de o dönemde PTT Yönetim Kurulu üyesiydim. Yani, PTT’ye uzak değildim. PTT’nin yükseliş süreci, Bakan Bey’in talimatlarıyla ve İbrahim Şahin döneminde başlamıştır. Yapılması gereken şuydu: Hizmet çeşitliliği ve kalitesi artırılacak. Tekelci anlayıştan, rekabetçi anlayışa geçilecek. Bunu yapabilmek için de personelin kendine güveni sağlanacaktı. Çünkü, o dönemdeki en büyük eksiklik, personelin itilmiş, kakılmış olmasıydı. Personel de, kendisinin iflah olmayacağına inanmıştı. Biz, arkadaşlara ‘siz değerlisiniz, Telekom’un da aslı sizsiniz’ mesajı verdik. O dönemden itibaren de çıkış hızlandı. Başlatılan otomasyon altyapısını bitirdik. Eğitimlere çok önem verdik. Kurumda her yıl 60 bin kişi eğitiliyor. Geçen yıl hizmet içi eğitimde 69 bine ulaştık. Klasik eğitimin dışında şeyler veriyoruz. Önce bu kurum nedir? Siz bu kurumun içinde nesiniz? Müşteriye nasıl davranılır? Bunların sonucunda da, çalışanın kuruma sahip çıkma anlayışı zirve yaptı. Bunu yapabilmek için personelin yaptığı işin zevkine varıyor olması lazım. Üst yönetimle personel arasında bir iletişim olmalı. Bunu büyük ölçüde sağladık. Sizi doğru anlatacak kişi dağıtıcı, gişedeki memur. Bizlerin almış olduğu kararları uygulayacak olanlar onlar. Önce uygulayıcı olanları inandıramazsak, vatandaşa yansıması da zafiyete uğrar. Dolayısıyla biz her seferinde teşekkür edilmesi gerekenin onlar olduğunu dile getiririz.
Atlanmaması gereken bir başka önemli konu ise Sayın Başbakanımız ve Sayın Bakanımız. Kurumların başarılı olması, önü açılacak uygulamaların hazırlanması ile mümkün oluyor. Sayın Ulaştırma Bakanımız proje, Sayın Başbakanımız da hizmet adamıdır. Bizim orada, destek olacak birilerinin olduğunu bilmemiz dağ gibi güven veriyor. Onlara şükranlarımızı sunuyoruz. Başarının asıl mimarı onlar, biz sadece doğru yürütülmesini sağlıyoruz.
Ülkenin çeşitli bölgelerinde lojistik köy çalışmalarınız var. Neler yapıyorsunuz?
Biz şu anda yalnızca kargo taşımacılığının içindeyiz. Ama artık taşımacılık başka türlü yapılıyor. Malı alıyor, depoluyor ve müşterinin istediği zaman dağıtımını sağlıyorsunuz. Böyle bir sistem kurmanız gerekli. Biz de PTT olarak böyle bir yapıyı kurmak gerektiğine inanıyoruz. Bununla ilgili 4-5 yıldır çalışma yürütüyoruz. Pazar araştırması yapıyoruz, Türkiye’nin de o noktaya gelmesi lazım. Şu anda dünyada ürettiğiniz malları rafta tutma maliyetiniz çok daha yüklü hale geldi. Burada outsourching yapanlarla outsourching yapacakları biraraya getirmek lazım. PTT de, çözüm arayışında. Böyle bir yatırım yapabilmek için de, yeterli müşteri potansiyeline ulaşmanız gerekir. Biz Hadımköy’de posta işleme merkezini yaptık. Benim projem, posta işleme merkeziyle birlikte kargo işleme merkezini birlikte yapmaktı. Kargo işleme merkezinin büyük bir bölümünü de depo olarak kullanmayı planlıyordum. Ama bir tek yerde depo da problemi çözmüyor. Dağıtımı yaparken, ülkenin değişik yerlerinde depolarınız olması lazım. Bu yönde bir çalışmamız var. Hadımköy’deki yeri yeniden projelendirmek üzereyiz. Örneğin, Sivas’ta çok büyük depo olarak kullanabileceğimiz mekanlar var.
KURUMSAL MÜŞTERİYE YOK PAHASINA TAŞIYORUZ
Kargoya sonradan girmenize rağmen, en büyük pazar paylarından birine sahipsiniz. Pastadaki payınızı artırmak için bir çalışmanız var mı?
2008’e kadar biz kargo işinde yoktuk. 2008’de kargoya girdikten sonra yüzde 25-30 pazar payına ulaştık. Ama kargo işi tek başına yeterli değildir. En önemlisi de, yurtiçindeki kargo işi, vahşi rekabetten dolayı, vatandaşın dışında kimsenin işine yaramıyor. Özellikle kurumsal müşteriler, ‘yok’ pahasına mallarını taşıtıyor. Gerektiğinden fazla şirket var, ihaleye giriyorlar ‘vur ha vur’ Biz, piyasaya girdikten sonra bu rekabet daha da arttı. Bizim derdimiz, kimsenin pazarından pay kapmak değil. Fakat, bazı gerçekler de teslim edilmeli. Belde ve mezralara kadar ulaşabilen bir ağa sahibiz. İlçelerde bile kargo şirketleri yok. Gidiyor ama haftada bir gidiyor. Bana, ‘Sayın Genel Müdür, her gün mektuplarımız geliyor ama paket almak için İlçeye gidiyoruz. Niye kargo işi yapmıyorsunuz?’ diyorlardı. Biz de, 2008 yılında kargo işini lojistik hatlarının içinde yürütmeye başladık. Belli hedeflerimiz vardı. İstediğim hedefleri tam tutturamadıysam da, önemli bir pazar payına ulaştık. Kargo şirketleri, büyük şehirlerin dağıtımını kendisi yapıyor. Gitmedikleri yerlerde bizim aracılığımızla dağıttırıyor. Bunun farkındayım. Normalde bizim ağımızı kullanıyorlar. Kendi işiymiş gibi yapıyorlar ona da göz yumuyoruz.
İÇERİYE DEĞİL, YURTDIŞINA ODAKLANMAK GEREK
Sizce kargoda doğru yatırım ve büyük kazancın formülü ne?
Bana göre yanlış olan herkesin iç piyasaya yönelmiş olmasıdır. Türkiye’nin bir hub noktası haline getirilip, kendi uluslararası lojistik markasını yaratması gerekir. Asıl kazanç da, uluslararası lojistiktedir. Çok basit bir hesap yapalım. ABD’ye 1 kilo mal göndermeye çalışın! Göndereceğiniz 1 kiloluk malın taşıma bedeli 50 TL’den aşağı değildir. Aynı malı biz bireysel lojistiğe 5 liraya taşıyoruz. Kurumsal olursa 50 kuruşa kadar düşebiliyor. Aradaki farkı düşünün! Masrafınızı hesaplayın, buradan alıyor havaalanına götürüyorsunuz. Uçakla ABD’ye göndereceğim, ABD’deki dağıtacak 25 lirasını alacak, bana kalacak bir kargoda 25 lira. Bizim yurtdışına odaklanmamız lazım.
TURPEX, TÜRKİYE’NİN DHL’İ OLABİLİR
PTT için düşündüğünüz yeni plan veya yatırım var mı?
İki yıl evvel yaptığımız ulaştırma şurasında dünyanın en büyük 10 kargo şirketinden biri olmayı hedeflediğimizi açıkladık. Şu anda da bu yönde bir adım atmak üzereyiz. Önümüzdeki aydan itibaren lansmanını göreceğiniz Türk Paket Ekspres (TURPEX) adlı uluslararası alanda faaliyet gösterecek bir oluşumu hayata geçireceğiz. Bu kuruluş, dünyanın her tarafına kargo taşımacılığını en ucuz bir şekilde yapacaktır. Önce PTT’nin bir alt markası, daha sonra da kendi başına büyüyen bir şirket olarak planlıyoruz. Bu ortaklığa zamanı geldiğinde diğer kargo şirketlerini de dahil edebiliriz. Beni, PTT ya da başka bir kamu kuruluşu olması değil, büyük bir Türk şirketinin doğması heyecanlandırıyor. Şu anda yabancı lojistik devlerinin hemen hemen tamamı yabancı ortaklıklar bulmuş durumda. Bir DHL Türkiye’de iş yapabiliyorsa, TURPEX de Almanya’da iş yapabilmeli. Biz niye bunu düşünmeyelim? Kaldı ki, Türkiye coğrafi olarak da bir geçiş noktasıdır. Bu konumun da bizim tarafımızdan iyi değerlendirilerek böyle bir yapılanmanın gereğine inanıyoruz. Hayal kurmanın hiç zararı yok.
Selçuk ONUR - LOJİSTİK EKİPMANLAR / LOJİPORT
Türkçe karakter kullanılmayan ve büyük harflerle yazılmış yorumlar onaylanmamaktadır.