Tek sesliliğin mimarı Necmi Çobanoğlu
Uluslararası nakliyedeki iki başlılığa son veren RODER-UND birleşmesinde en büyük paylardan biri onun… Başarı öykülerinin yanı sıra; Türk nakliyeciliğinin,...
Uluslararası nakliyedeki iki başlılığa son veren RODER-UND birleşmesinde en büyük paylardan biri onun…
Başarı öykülerinin yanı sıra; Türk nakliyeciliğinin, Türk lojistik sektörüne dönüşmesine katkıda bulunanları sayfalarımıza taşımaya devam ediyoruz. Bu kez konuğumuz RODER ve UND diye iki parçaya bölünen sektörün yeniden birleştirilmesinde en çok emeği geçen kişi.
Yukardaki giriş nedeniyle bizi eleştirenler olacaktır. ‘En çok emeği geçen kişi’ ifadesini özellikle kullandım. Çünkü, dönemin RODER Başkanı olan Necmi Çobanoğlu, hem kendi içlerindeki bir grubu ikna etmek için uğraş verdi. Hem de, dışardan bakınca birleşme değil, ‘ilhak’ gibi gözüken görüntüye karşı gelen eleştirilere göğsünü siper etti.
Çoban Tur – Boltaş’ın öyküsü nedir?
Çoban Tur, Düzce’de küçük bir nakliyeci olarak doğdu ama hep ticaret yapan bir ortamdaydı. Pepsi Cola, Tuborg, İpek Kağıt bölge bayiliğini yapıyorduk. 6’sı kız, 4’ü erkek 10 kardeşiz, bir erkek kardeşimiz rahmetli oldu. En büyük erkek kardeş benim. Nakliyecilik, uğraşı alanımız değildi. Akçakoca-Ereğli kavşağında 7/24 açık olan bir restoranımız vardı. 65 personelimizle birlikte 8-10 yıl işlettik. İnter’in bayiliğini de alarak yedek parça satışına başladık. Bu işleri 1979-80 yılında terk ettik.
Kardeşim Naci Çobanoğlu’nu liseyi bitirdikten sonra, tahsil için Avrupa’ya gönderme kararı aldık. Münih Üniversitesi’nde ekonomi tahsili yapıyordu. Ben de 1973’te Tuborg’un bayi gezisi için İsveç ve Danimarka’ya gitmiştim. Geri dönüşümü Münih üzerinden yaparak kardeşimi tek odalı evinde ziyaret ettim. Hem çalışıyor, hem de okuyordu. 1977 yılında da uluslararası nakliyecilik yapmaya karar verdik. Bolu’da Boltur Nakliyat satışa çıkmıştı, arabaları yeni ama çalıştıramıyorlardı. Arkadaşlarımızla beraber satın aldık. Boltur AŞ’yi Avrupa hatlarına 1978 yılında saldık. Kardeşimi de bu konuya sıcak bakması için ikna ettik. Ama süreç içinde gördük ki, Avrupa’da büyümek için oraya yapılanmak gerek. Bunun için de sermaye artırımı şart. Boltaş GmbH düşüncesi böyle ortaya çıktı ama diğer arkadaşlarımız bu şirkete sıcak bakmayarak iştirak etmediler. Biz de şirketi kardeşim Naci ile birlikte kurmak zorunda kaldık. Boltaş’ın oradaki vasfı, sadece Türk araçlarına yük bulan bir kuruluş hüviyetindeydi.
Bu arada kardeşimin okulu bitti. Arkadaşlarımızla da anlaşamayınca Boltur’dan ayrılarak 1982 yılında üç erkek kardeş Çoban Tur Nakliyat’ı kurduk. Beşiktaş Barbaros Bulvarı’nda iş hayatına adım attık. Otoyol’dan 12 Fiat alıp çalışmaya başladık. Bütün limanlardan servislerimiz vardı. Avrupa’da Alman firmalarıyla ortaklık yapmıştık.
Sizin çok ciddi bir rahatsızlık geçirdiğinizi biliyoruz. Yeniden doğuşunuzun hikayesini anlatır mısınız?
1989 yılıydı. Sırtımda sürekli bir ağrı var. Ara ara geliyor ama her şeyimi keder ediyordu. Nedenini bir türlü bulamıyoruz. Sonunda Bursa’da Bursa Üniversitesi Göğüs Hastalıkları Kürsü Başkanı Dr. Özdilek, normal bir aynada keşfetti hastalığımı. Ciğerimde bir lob olduğunu ve patlamak üzere olduğunu bildirdi. Ve en fazla 6 aylık ömrümün kaldığını açıkladı. Omurilik ile nefes borusu arasında bir yerdeydi. Burada hiçbir şey yapılamaz dedi. Biz doğal olarak çılgına döndük ve son çare ABD’ye gitmeye karar verdik. Houston’daki Çocuk Kanser Araştırma Hastanesi’nin Türk Başhekimi Dr. Ayten Cangır’a ulaştık. O, bizi karşıladı ve Arjantinli bir doktora götürdü. Doktor beni inceledi ve ‘senin üzerinde çalışırım ama bana tabi olman lazım’ dedi. Peki deyip kabul ettik. Fakat gittiğimiz günlerde 5 günlük bir tatil varmış. Gezip, dolaşıp 5 gün sonra geldik ve konsültasyon başladı. Bir ev tuttuk, çoluk çocuk o eve doluştuk. Nakit para geçmediği için bankada bir hesap açtık. Çünkü, cebimizde hep nakit var. En ağır kemoterapi ve radyoloji üzerimde uygulandı. Nitekim, radyolojinin de verdiği presle lobu 3 ay içinde yüzde 40 küçülttüler. Doktorum, ‘vücudun çok güzel cevap verdi, 15 gün izinlisin. Nereye gitmek istersen git ama Türkiye hariç’ dedi. 15 gün daha dolaşıp geldikten sonra uzun bir ameliyata girdim ve 12 gün içinde ayağa kalktım. Doktorlarım çok mutlu, çünkü omuriliğe çok yakın bir yerde, her an sakat da kalabilirmişim. Ve yeniden doğdum. Türkiye’ye döndüğüm o günü hiç unutamıyorum. Bütün sevdiklerim alanda beni karşıladı.
DEPREMİ YAŞADI, SONUÇLARINI CENEVRE'DE GÖRDÜ
Kontrollerim için İsviçre’ye gidip kemoterapi almaya devam ediyordum. 1999 yılında da Cenevre’ye kontrole gidecektim. O gece deprem oldu. Bizde bir şey yoktu. Kardeşim Cemil Çobanoğlu Düzce’ye indi. ‘Ağabey, hiçbir şey yok sen gidebilirsin’ dedi. Ben de uçağa binip İsviçre’ye uçtum. Oteldeyim, televizyona bakıyorum. Bizim oteli gördüm. İki bina birbirine vurarak ağzını açmış. İçinde 80 de kişi varmış, neyse hepsini kurtarmışlar. Manzarayı görünce, kardeşimin beni üzmemek için söylemediğini anladım. Dönüp inceleyince, binaların bir işe yaramayacağını görüp, yıktık. Yerine de bir iş merkezi inşa ettik. Şu an çelik konstrüksiyonlu cam kaplı bir mobilya sarayı faaliyet gösteriyor.
Siz hep dernek faaliyetlerinin içindeydiniz. Sonradan hep yan yana durduğunuz Saffet Ulusoy ile bile seçim yarışı yaşamışsınız anlatır mısınız?
1985 yılıydı. UND’de rahmetli Başkan Saffet Ulusoy’un karşısına dikilmek üzere Numan Esin ve Rahmi Hacıalioğlu ile bir çalışma başlattık. UND yönetimine adayız. Özellikle İstanbul’da kapı kapı nakliyecileri dolaştık. O yıllarda Saffet Bey ile tanışmıyoruz, saygı duyduğumuz biri ama hiçbir samimiyetimiz yok. Biz çalışmayı çok sıkı tuttuk. Özellikle rahmetli Rahmi’ye Karadenizli olduğu için Saffet Ulusoy’a karşı çıkmaması adına çok baskı yaptılar. Rahmi de, sonunda bizden affını istedi. Biz işin peşini bırakmadık ama Saffet Bey’i ziyaret edip, ‘Biz bir şeye gönül verdiysek dönemeyiz. Ama seçim biter, gelir elini öper devam ederiz’ dedik. Nitekim, çok sinirli bir ortamda seçim yapıldı. Divan Başkanlığı seçimini 9 oyla kaybettik. Çünkü, parmakla yapılan oylamada bazı arkadaşlarımız parmağını kaldırmaya çekindi. Seçimi de yine çok az bir farkla yitirdik. Gittim, elini öpüp tebrik ettim. 1985’teki bu olaydan sonra Saffet Bey beni yönetime aldı. ‘Az güvenilir insan’ statüsüyle uzun yıllar beraber olduk.
Bir dönem distribütörlüğe de soyunarak, ithal ettiğiniz Liaz markalı çekicilerden oluşan filolara sahip lojistik firmalarının oluşmasını sağladınız. Niçin devam etmediniz?
1993’te Çekoslovakya’dan Liaz marka çekicilerin Türkiye distribütörlüğünü almıştım. Çok sayıda Liaz kamyon ithal ettim. Düzce’de dorseler ekliyor ve seri şekilde kamyonlu römork yapıyorduk. 110 metreküp bir araba olarak piyasaya girdik. 300-400 araç ithal ederek Türkiye’ye getirdik. O sırada Çekoslovakya bölünmeye gitti. Bu da işlerimin sekteye uğramasına neden oldu. Çünkü, lastik imalatı Slovakya’da, naylon tarafı da Çek Cumhuriyeti tarafında kaldı. Liaz’ın fabrikası da sıkıntıya girdi. 1994’ün başında Çiller Hükümeti’nin aldığı 5 Nisan kararları her şeyimizi durdurdu. Gümrüklerde arabalarım duruyor, piyasaya sattıklarım var; senetler çuvalla birikti. 17 araç hariç, gerisini hep dövizle satmışım. Araç alanlar feryat ediyor, ‘karımla uyuyamıyorum, beni mahvedecek’ diyenler bile var. Araçları iade etmek istiyorlar. 4-5 ay hiçbir şey yapmadan oturduk. Sonra karar verdim ve Düzce’ye inip ‘ya para, ya araba’ demek zorunda kaldım. Aracı almak isteyene de her türlü tavizi verdim. Bu şekilde alan da, geriye getiren de oldu. O tarihte 30 milyon gibi bir rakama ulaştım. 1994 yılı bu çabalarla korkunç bir sıkıntıyla geçti. Babam da, o dönemde vefat etti. Bizden filo alıp çalıştıran nakliyeciler oldu. Ben Esbank’a olan 6 milyon dolarlık borcumu ancak 4 yılda kapatabildim. 1998 yılında DAF alarak ben de yeniden faal nakliyeciliğe başladım.
RODER’in ortaya çıkması sonucunu getiren UND seçimleri ile ilgili neler söyleyeceksiniz?
O seçime Saffet Bey’in girmemesi için çok rica ettik. ‘Yok, bunu tatmamız lazım’ dedi. Seçime girip Çetin Nuhoğlu’na kaybettik. UND elden gidince, bu durumun U.N Ro-Ro’nun geleceğini etkileyeceğini gördük. Bir hafta bu işin teatisini yaptık. Bu arada Ankara’dan da ‘bir dernek olmazsanız, sizi muhatap almayız’ tepkisi geldi. Ulaştırma Bakanlığı’nın böyle bir baskı yapmaması gerekiyordu ama yaptı. RODER, bir kurumsal kimlik gerekliliğinden doğmuştur, yoksa bazılarının dediği gibi Saffet Bey’in yeni bir oyuncak arayışı değildir. Çünkü, U.N Ro-Ro uluslararası bir iş yaptığı için devletin birimleriyle mutlak surette görüşmek zorunda. Seçimi kaybettikten sonra da, UND tarafından bir engel politikası başlamıştı. Derneği kurarken, çok üye kaydetmek gibi bir fikrimiz yoktu, sonradan buna uymayarak aslında bir hata yaptık. Dernek kuruldu, 50 kişiyle sınırlanması gerekirdi. Dernek, ortak sıfatıyla olanlarla kalsaydı çok daha elit bir yapı oluşurdu. Böyle olsaydı, açık konuşayım o derneği kapatmazdık. RODER, bir süre sonra UND’nin önüne geçmeye başladı. SGS ile olan işbirliğimiz, Mercedes ile olan kampanya, dorsedeki blok çalışmalar UND’ye birer darbe gibi geldi. Özellikle Mercedes ile olan kampanya sonrasında birçok üye kazandık. Mercedes ile filo sahiplerine imkan sunacak bir şekilde vadeli satış organizasyonu yaptık. Sadece RODER üyelerine özeldi. Bu arada ben MAZ’ın dorse ithalatını yaptım. Yaklaşık 500 dorse sattım. Pazar hareketi sağlandı, biz dorseciliğe önem verdiğimiz için ro-ro’da kuyrukçuluğa başladık. Kuyrukçuluk büyüdü. Bu arada Saffet Bey, bu savaş sürerken, kendi ailesinden de darbe yedi. Bunun sonucunda da Ro-Ro’nun satılması gündeme geldi.
Gelelim birleşmeye, nasıl bir süreç yaşandı?
RODER Başkanlığı’mdan önce de, insanların bizden uzak durmasına çok canım sıkılıyordu. Özveride bulunuyorduk ama bu vurdumduymazlığa da bir akıl erdiremiyordum. RODER’in içinde çok darbe yemiştik, U.N Ro-Ro’yu da kaybedince birtakım imtiyazlarda geri plana düştük. Shell ile de olan ilişkilerimizden verim alamayınca, maddi sıkıntılar da yaşandı. Birleşim ile ilgili çok çaba sarfettim. Çikolatamı alıp ziyarete gittim. Ama karşılık alamadım. Bir gün Çetin Nuhoğlu’na bu vurdumduymazlığın sebebini sordum. Biz her türlü yaklaşımı gösteriyoruz ama karşı taraftan tık yok. ‘Bu adamların ne yapmak istiyor, ne yaptık biz’ dedim. ‘Birleşme için uğraşıyorum, yoksa sen mi karşısın’ diye sordum. ‘Olur mu öyle şey’ dedi. Talimat gitmiş olacak ki, birkaç gün sonra bize toplantı talebiyle geldiler. Sonra adımlar atıldı, görüşmeler yapıldı, sonunda da birleşme kararı alındı. Ramazan ayının ilk iftarında büyük bir kalabalığın önünde birleşildi. Biz çok şükür derneğe kavuştuk derken, iki gün sonra bir icra baskını yaşadık. İcra memuru kayda başladı. ‘RODER’den gelenleri kayda alamazsınız’ dedik, Tevfik Kutan kavga dahi etti, engel olduk her şey sayıldı. Sonradan haczin arkasının 2 milyon 800 bin dolar olduğunu öğrendik. Adamlar, her yapılan işte UND’nin adını kullanmışlar. Borç, 10 milyonu aşmış ödenecek gibi değil. Gemiler açıkta bekliyor. Gemi sahipleri habire arıyor. Öyle bir kaosa düştük ki anlatamam. Biz RODER’den gelen 6 arkadaşız ama kaosu birlikte yaşıyoruz. Çözüm imkansız, çünkü para yok. Krediyle olacak iş değil. Çetin Bey, Gürbulak AŞ’nin gelirlerini bir Hollanda bankasına temlik koydurarak petrol borcunu ödedi. UND Deniz yönetimini de kastederek, ‘Bunları kurtarmayın! Müflis olsunlar’ dedi. Halbuki o arkadaşlar, yönetimden cesaret alarak bu işe girmişti. RODER, borçlu bir dernek değildi ve hiçbir sorunu yoktu. UND’deki bu durumu bilseydik, birleşme olmazdı. Tarihi bir karardı, ben birleşmeyle doğruyu yaptığımıza inanıyorum. Ama bugün baktığımızda şu anki yönetimde bir tek RODER üyesi olmadığını görünce aynı husumetin devam ettiğini düşünmeye başladım. RODER’i bu kadar dışladığına göre demek ki biz bu birleşimi zorla yapmışız. Bizde birleşme isteği varmış ama onlarda yokmuş. Bizi alması zaten olmazdı ama dışarda birçok RODER üyesi var, onlardan bir ya da birkaçı yönetimde olabilirdi.
Siz, bir dönem Ro-Ro işletmeciliğine de talip oldunuz. BKT Ro-Ro’da neler oldu?
U.N Ro-Ro’nun satışından sonra Türk nakliyecisi arayışlara girdi. Taner Gürkan’ın çağrısına icabet ettik. Ama, bu arkadaşımız göründüğü gibi çıkmadı. Fakat, elimizi vermiştik bir kere. Taner Gürkan, bize çok sıkıntı çektirdi. O dönemde keşke hızlı hareket etmeseydik. Böyle yapsaydık, krizi görüp duracak ve paramız da cebimizde kalacaktı. Taner Gürkan, bu birliğe ihanet etti. Daha gemi alımında hata yapıldı. Bizden daha fazla bilgi sahibi bir insanın böyle bir kazık yiyeceğini tahayyül bile edemiyorum. Bu kazık, bütün arkadaşlarımıza çok ağır geldi ama buna rağmen gemiye sahip çıktık. Gemi, düşüncelerimizin çok gerisindeydi. Balast tankları problemli. Ön tonozun denge bozukluğunu betonla örtmeye çalışmışlar. Hepsini bizden saklamışlar. RINA klas kuruluşunun ölçüsünü 16 santim olarak verdiği sac kalınlığı, buradaki ölçümlerde 6 santim çıktı. Mahkeme kararlarıyla tespitler yaptırdık, RINA’yı da davet ettik. Hatta Napoli Limanı’nda motorların arızalı çıkması gibi sorunlar yaşadık. Hepsinin tespiti belgelerle yapıldı. Arkadaşlara gelin dava açalım dedim. Hiçbir arkadaşım buna yanaşmadı ve 1 lira dahi vermekten imtina ettiler. Bizim dava açma hakkımız halen mevcut.
Gemiyi çalıştırarak Tekirdağ Limanı’na getirdik. Yanına kiralık bir gemi daha katarak, Trieste’ye seferlere başladık. UND Deniz de aynı yerde seferlere başlayınca, gümrük için bir bina yaptık, büro yaptık, yarısını da UND Deniz’e tahsis ettik. Onlar Fransa’ya, biz Trieste’ye gidiyoruz. Biz onlara her türlü desteği veriyoruz, onlar bizi düşman kardeş gibi görüyor. Sürekli toplantılar yapıp, UND Deniz ile işbirliği çağrıları yapıyoruz. Bizim ‘5 milyon Euro zararımız var’ dediler. Osman Baysal, ayağa kalktı, Çetin Nuhoğlu’na ithafen, ‘2.5 milyon Euro’sunu biz ödüyoruz, bizi de ortak et, birlikte yapalım’ dedi. Hiçbirisi yanaşmadı, rica ettik. Biz onların battığını bilmiyoruz, aslında firma batmış, biz hala ortaklık için uğraşıyoruz.
Zararınız ne kadar?
İşe başladığımızda 2.5 milyon Euro koymuştuk, para bitti. Belli oldu, kimse para vermeyecek. Kiralık gemiyi geri göndermek için çalışmaya başladık. Kendi gemimizi de takoza çektik. Gemiyi Finansbank’tan krediyle almıştık. Satmak istiyoruz ama önce borcu kapatmak gerek, çünkü her ay ödeme var. İmzasını ben, Mahiye Hanım ve Mehmet Emin Değer attı. Gemiyi hurdaya vermeye karar verdik. Pazara çıktık ve 20 milyon dolara aldığımız gemiyi 5 milyon 250 bin dolara hurdaya verdik. Sadece benim kaybım 6 milyon Euro oldu. Gemiyi sattıktan sonra Finansbank’taki borcu temizledik. Mehmet Emin Değer’in koyduğu parayı geri verdik. Şirket donduruldu, halen ben başkanım ve şirketi muhafaza ediyoruz. Arkadaşlarımı ısrarla topladım. Sadece avukatın 3 yıllık parası olan 250 bin Euro’yu karşılamamız lazım. RINA’ya Cenova’da mahkeme açmamız gerek. Arkadaşlarımın hiçbiri elini cebine atmadı. Sonunda Süleyman Sağlık’a gittim. ‘Benim ve senin büyük ortaklığın var, dolayısıyla en büyük parayı biz kaybettik. Bana yardımcı ol, şu davayı açalım’ dedim. ‘Şu an hiçbir şey yapamam, bir arazim var satarsam açarız’ dedi; hayret ettim, teşekkür ederek ayrıldım.
Siz davalarla uğraşmayı seversiniz. RINA’yı rahat bırakacak mısınız?
RINA, uluslararası belgeyi veren; gemiyi bize düzgün bir şekilde resmettiren; her bölgesine onay veren kuruluş. RINA, devrilen yolcu gemisinin de klas kuruluşu. RINA’nın ikinci bir şirket kurarak mal varlığını böldüğü duyumunu aldım. İkinci bir şirket kurması, yolcu gemisiyle olan ihtilaflarının da kaybedileceğini düşündüklerini gösteriyor. Bizim açacağımız dava da 46 milyon dolar. Pazarlık yapıldı, reddettiler. Biz de dava açmak zorunda kaldık ama arkadaşlarımız arkamızda yok. Bu işte başından beri bir bit yeniği daha var. Taner Gürkan, gemiyi alırken 20 milyon Euro’luk bir faturayı almamış. İtalyan Maliyesine verdiği beyannameyi bulduk, 4 milyon 600 bin Euro yazıyor. İtalya’ya resmi kanallardan giden para ise 20 milyon Euro.
Mesela, geminin önündeki tonozu açtık içi beton dolu. Çünkü, gemi dengesiz ve gemiyi dengelemek için önüne beton takviyesi yapmak zorunda kalmışlar. Önden vuruk olduğu için yaptırmak amacıyla açtık ve bu sonuçla karşılaştık. Aldatılmışlığı zirvesiyle yaşadık.
Selçuk ONUR - LOJİSTİK EKİPMANLAR / LOJİPORT
Türkçe karakter kullanılmayan ve büyük harflerle yazılmış yorumlar onaylanmamaktadır.