İlhan Karaçay

İlhan Karaçay

Hollanda'nın skandal kararı, bize Öcalan'ın uçağını hatırlattı

Hollanda ile Türkiye arasındaki siyasi çekişme, bu ülkede yaşan yarım miyonu aşkın Türk vatandaşını  ve Türk kökenlileri fazlasıyla üzüyor.
Hatta üzülmek bir yana, kahrediyor.
Hollanda'daki Türk kökenliler, iki ülke arasında yaşanan bu çekişmenin, iki ülkede yapılacak olan seçimlerden kaynaklandığını ve kendilerinin bu çekişmede 'Kurban' seçildiklerini hissediyorlar.

Hollanda'da 15 Mart'ta yapılacak olan genel seçimler arifesinde, en verimli oy avcılığının, ırkçılıkta yattığını farkeden siyasi partiler, birbirleri ile büyük bir yarışa girdiler.
Oy kaynağı sadece ve sadece, 'Yabancı düşmanlığı' olan Geert Wilders'in, anketlerde birinci parti olarak belirlenmesinden korkan diğer sağ partiler ve hatta ılımlı solcular da Wilders'i kopya etmeye başladılar.

Türk düşmanlığı, Haçlı ruhu ile zaten yaşamakta olan Hollanda'da, Wilders'in Türk Büyükelçiliği önünde sergilediği çirkin provakatif pankart açma eylemi, diğer siyasiler tarafından sert biçimde eleştirilmesi gerekirken, aynı siyasetçiler sessiz kaldılar ve onlar da benzeri eylemleri hayal etmeye başladılar.

karacay1.png

16 Nisan'da Türkiye'de yapılacak olan Referandum için, Hollanda'da propaganda çalışması yapmak isteyen siyasilere kapıların kapatılmasını isteyen siyasetçiler, çeşitli söylemler ile kışkırtıcılığa başladılar.

İşte tam bu sırada, Wilders'in partisininin oy potansiyelini kıskanan Başbakan Rutte, öteden beri yapılmakta olan sözlü savaşı, çirkin bir eyleme geçirme kararı aldı. Rotterdam'da Türkler ile buluşmak için yola çıkan Dışişleri Bakanı Çavuşoğlu'na engeller çıkarmaya çalışan Rutte, toplantının Başkonsolosluk rezidansında yapılacak olması planı karşısında çaresiz kaldı. Türk toprağı sayılan Başkonsolosluk bahçesine gelecek olanlara müdahale edilemeyeceğini öğrenen Rutte, bu kez hiç akla gelmeyen bir yöntemi seçti ve 'Güvenliği sağlayamayız' gerekçesiyle, Çavuşoğlu'nun uçağına iniş izni verdirmedi.

Bu haberin duyulmasından sonra adeta kükreyen Cumhurbaşkanı Recep Tayyip Erdoğan, misilleme yapılacağından söz edince, Hollandalılar'dan da misilleme tehditleri geldi.
Bu durum, burada yaşamakta olan yarım milyonu aşkın Türk kökenliyi kahretti.

Yaşanan bu son olay bana ister istemez Abdullah Öcalan'ın, Suriye'den kaçtıktan sonra Rotterdam havalanına inmek isteyişini hatırlattı.
O zamanki olay şöyle gelişmişti:

16 Eylül 1998’de Hatay Reyhanlı’ya giden dönemin Kara Kuvvetleri Komutanı Atilla Ateş’in, “Sabrımızı taşırmasınlar” sözleriyle başladı.

Dönemin Cumhurbaşkanı Süleyman Demirel’in 1 Ekim 1998‘de, TBMM’nin açılışında yaptığı, “Suriye’ye karşı mukabelede bulunma hakkımızı saklı tuttuğumuzu, sabrımızın taşmak üzere olduğunu bir kere daha tüm dünyaya ilan ediyorum” açıklaması izledi

9 Ekim 1998’de Suriye’den çıkmak zorunda kalan Öcalan, Abdullah Sarıkurt adına düzenlenen sahte pasaportla, Rozalin kod adlı Ayfer Kaya’yla birlikte Yunanistan’a gitti ancak alanda, “Yunanistan’da 17.00’ye kadar kalabilirsiniz” yanıtını aldı. İltica talebi kabul edilmeyen Öcalan, kendisine tahsis edilen jetle Rusya’ya geçti. 4 Kasım’da iltica talebinde bulunan Öcalan’ın talebi Rusya Parlamentosu’nun alt kanadı Duma da kabul edildi. Ancak nihai karar çıkmadı. Öcalan, bunun üzerine 12 Kasım’da gittiği İtalya’da, havaalanında polisten iltica talebinde bulundu. Roma’da sahte pasaport kullandığı iddiasıyla tutuklanan ancak daha sonra serbest bırakılan Öcalan, bir villaya yerleştirildi. Öcalan’ın iade edilmemesi nedeniyle ise İtalya’ya karşı boykot kampanyaları başlatıldı.

karacay2-001.png
16 Ocak 1999’da Öcalan gizlice yeniden Rusya’ya gitti. Rusya’nın “10 günün var” tavrı üzerine 29 Ocak’ta, özel bir uçakla Yunanistan’a geçen Öcalan, 31 Ocak’ta Belarus ya da Hollanda’ya gitmek için harekete geçti. Ancak her iki ülke Öcalan’a iniş izni vermedi. Biz de o zaman Rotterdam Havaalanı önünde gece boyu bir bekleyişe geçmiştik.

1 Şubat’ta, geri dönmek zorunda kaldığı Yunanistan’dan yeniden Belarus’a geçmeye çalışan Öcalan, başarısız oldu. Geri döndüğü Atina’dan 2 Şubat’ta Kenya’ya hareket etti. Kenya’da Yunanistan Büyükelçiliği rezidansına götürülen Öcalan, buradan ayrılması yönündeki baskılara karşı, elçiliği terk etmemek için 15 Şubat’a kadar direndi. Bu tarihte Hollanda’ya gidebileceği söylenen Öcalan, bu ülkeye gideceğini sanırken, yakalandı.
Öcalan cephesinde bunlar yaşanırken, ABD ile sürekli temas halindeki Türkiye de Öcalan’ı adım adım takip etti.
5 Şubat 1999’da Öcalan’ı teslim almak için hazırlanan yedi kişilik ekip için, işadamı Cavit Çağlar’ın özel uçağı 200 bin dolara kiralandı. 10 Şubat’ta Uganda’ya giden uçağa, 14 Şubat akşamı Kenya’nın başkenti Nairobi’ye gitme talimatı verildi. Akşam 19.20 sıralarında operasyon başladı. Aprona giren araçtan çantasıyla inen Öcalan, Hollanda’ya gideceğini sanırken, özel operasyon ekibinin içerisinde bulunduğu uçağa bindi. Uçak, saat 20.00 sıralarında Türkiye’ye doğru hareket etti. Ağzındaki ve gözlerindeki bant açılan Öcalan’ın yolculuğu 6,5 saat sürdü. Öcalan, 03.30’da İstanbul’a getirildi ve İmralı’ya götürüldü.

Neredeeeen nereye değil mi değerli okurlarım?
Şimdi Hollanda'yı yönetenlere, 'Ne oluyoruz yahu, Türk uçağıyla Rotterdam'a inecek olan Çavuşoğlu terörist mi?' diye sorsak, yanlış mı yapmış oluruz?
Hoş, Dışişleri Bakanımız da daha sonra aynı soruyu Hollandalılar'a yöneltti.

Haydaaaaa!
Yorumumu yumuşak bir dil ile yazmaya çalışırken, Hollanda devletinin, Dışişleri Bakanımıza yaptığı ayıbın daha da büyüğünü Aile ve Sosyal Politikalar Bakanı Fatma Betül Sayan Kaya'ya yaptığını öğrendik.

Bakan Kaya, Dışişleri Bakanı Çavuşoğlu'na iniş izni iptaline karşı, Almanya'dan Hollanda'ya kara yoluyla geldi. Ne var ki sınır kapısında önlem alan Hollanda polisi, konvoyda bulunan iki otomobili geri çevirdi.

Kısalan konvoy ile Rotterdam'a gelen Bakan Kaya, bu kez Başkonsolosluğumuza 30 metre kala dar bir sokakta durduruldu. Yolun her iki tarafını kapatan polis, Bakan'ın Başkonsolosluğumuza girmesini yasakladı.
Hollanda polisi, daha önce de Başkonsolosluğumuzun rezidansının bulunduğu caddeyi trafiğe kapamış, kimlik kontrolu yapmaya başlamıştı. Bunun üzerine kent merkezindeki Başkonsolosluk binasına giden Bakan'ın konvoyu, önü ve arkası kesilerek sıkıştırıldı.

Bakan Kaya'nın polis tarafından engellendiği haberlerinin duyulması ve yayılması sonrasında, Türkler ellerinde bayraklar ile Başkonsolosluğumuzun önünde toplanmaya başladılar. Türklerin yığınlar halinde Başkonsolosluğa akın etmesi üzerine polis, Başkonsolosluğa giden tüm yolları kapattı ve yürümeyi sürdüren Türkler'i tartakladı.

Rotterdam Başkonsolosluğumuzun önünde cereyan eden gelişmeler televizyonlar tarafından canlı bir şekilde yayınlanmaya başlanınca, Türkler'in Başkonsolosluk önündeki sayısı onbine yanaştı.

Bu ara Bakan Kaya'yı sınır dışı etme planı devreye girdi. Hollanda polisi Bakan Kaya'ya ülkeyi terketmesini söyledi. Bakan Kaya buna karşı çıktı. Ama polis Bakan'a çok kaba davrandı ve konvoya eşlik ederek Almanya sınır kapısına kadar eskortluk yaptı.

Daha sonra Başkonsolosluğumuzun etrafında toplanan Türkler'in dağılması istendi. Türkler dağılmayınca polis kaba kuvvet kullanarak topluluğu dağıttı.

Bu yaşananlardan sonra her Türk kökenli gibi ben de kahrımdan ölecektim.
Hoş, ben zaten Hollanda'yı daha önce gönlümden çıkarmıştım.
Tam 20 yıl önce bir vesile ile kızmış olduğum Hollanda için 'Artık sevmiyorum' diye yazmıştım. Ve sonra da şu idiada bulunmuştum:
Hollanda'da bir tek demokrat olduğuna inanmıyorum.

Kaldı ki ben, 1978 yılında Arjantin'de yapılan Dünya Futbol Şampiyonasını Hürriyet ve TRT için izlerken, finalde kaybeden Hollanda için göz yaşı dökmüştüm.
Ama 20 yıl önceki kötü gelişmelerden sonra, ne Hollanda milli takımı için ne de Ajax için hiç üzülmedim.
Lalesini, yel değirmenini ve sarışınlarını da sevmez oldum Hollanda'nın...

İşte şimdi haklılığım bir kez daha ortaya çıktı.
Bakalım bundan sonraki günler daha neler getirecek.
Ama biz yine de sağduyudan yana olmalıyız.
Elbette birkaç akıllı adam çıkacak ve iki ülke arasındaki bu tatsız gerilimi bertaraf edecektir.

Haydi hayırlısı olsun.

Son durum:
Rotterdam'daki tatsız olayların sabaha karşı sona ermesinden sonra sessizliğe bürünen Hollanda'da, ertesi pazar sabahı televizyonlarda yayınlar başladı.
Bir tartışma programına katılan Mark Rutte'nin yanında Türk asıllı gazeteci ve TV program yapımcısı Fidan Ekiz de vardı.
Mark Rutte tabii ki kendi doğrultusunda savunma yaptı. Fidan Ekiz ise 'kaypak' sözleri tercih etti.  Rutte'nin savunmasına karşı konuşan bir köşe yazarı, 'İyi ama siz bir ülkenin Bakanı'na sınırsız kısıtlama getirdiniz' deyince, Mark Rutte de, 'Biz kendilerine gelmeyin demiştk' yanıtını verdi.
Rutte, Türkiye'ye karşı bu kadar katı davranmalarının nedenini, 'Erdoğan bize Nazi kalıntısı ve faşist deyince kızdık, bizden özür dilemeli' deyince, Hollandalı köşe yazarı, 'Bana göre Erdoğan da sizden özür bekleyecek' yanıtını verdi.

Hollanda Başbakanı Rutte, bundan sonra Türkiye'nin tutumuna karşı davranacaklarını söylerken, 'Ama biz yine de diyalogdan yanayız. Türk Başbakan Yıldırım ile gece saat 02.0'de yaptığım telefon görüşmesinde bir yemekte buluşmayı ve konuyıu tatlıya bağlamayı teklif ettim' dedi.

Öğleden sonraki bir başka tartışma programına  Dışişleri Bakanı Bert Koenders, CDA lideri Sybrand Buma ve Yeşil Sol lideri Jesse Klaver katıldılar. Bu tartışmada yine kim kimden özür dileyecek hesapları yapıldı. Tabii ki konuşmalar hep kendilerine yontularak yapıldı. Yani tek taraflı.
Koenders normalleşme yolunu seçeceklerini söyledi ama, Buma 'Erdoğan'a özür diletmek şart' dedi. Klaver de, demokrasinin her yerede geçerli olmasını istedi.

Bu yazı toplam 2722 defa okunmuştur
Önceki ve Sonraki Yazılar
YAZIYA YORUM KAT
UYARI: Küfür, hakaret, rencide edici cümleler veya imalar, inançlara saldırı içeren, imla kuralları ile yazılmamış,
Türkçe karakter kullanılmayan ve büyük harflerle yazılmış yorumlar onaylanmamaktadır.