Dr. Kerem Şahinboy
NAS'ını Sevdiğimin(!) Ekonomisi
Bilimde saçmalamaya yer vardır. Kimileri bu duruma beyin fırtınası diyerek, berikiler ise Think Tank toplantıları adı vererek resmileştirmeye çalışırlar. Takdir edersiniz, toplantının ismi "Zırvalama Buluşmaları" veya "Desteksiz Sallama Kongresi" olsaydı ciddiyetten uzaklaşılmış olurdu. Bu tip mesnetsiz fikirlerin ortaya saçılması, aralarından kayda değer olanlarının seçilmesine ve işlenmesine yol açar. Bilimsel anlamda kösteklenmez, aksine desteklenir.
Ancak, gerek sosyal, gerek pozitif bilimde bu tip denemeler öncelikle bir test ortamında gerçekleştirilir. Böylesi yaratıcı fikirlerin hipotezden teze, oradan da teoriye uzanan uygulamalarının, uzun zaman, insan yaşamına etkileri araştırılır; peşinden çevreye etkileri dikkatle incelenir ve tüm testlerden başarıyla geçmişse hayata dahil edilmesine izin verilir. Yoksa, Allah muhafaza ortalık Türkiye ekonomisine dönebilir.
Son yirmi senede bizdeki ekonomi uygulamalarında üretilen fikirler ise beyin fırtınasından çok Recep Bey'in Fırtınası haline gelmiş durumda. Beyefendi, kıymet-i harbiyesi kendinden menkul o muhteşem fikirlerini yataktan kalktığı gibi etrafa saçıyor, çevresindekiler de hayır demeden, test etmeden, acaba olur mu diye düşünmeden uygulamaya alıveriyorlar. Bunu gören çoluk çocuk da ekonominin bilimsellikten uzak işkembeden sallama sporu olduğunu düşünmeye başlıyorlar.
Yukarıda da bahsettiğim gibi, aklınıza bir çözüm fikri geldiğinde bu çalışmanızı güvenilir veriyle desteklemeli ve öncelikle hipotezinizi inşa etmelisiniz. Oluşturduğunuz hipotez akademik anlaşılırlığa sahip olmalıdır. Kısaca, bilimsel bir izlek üzerinde ilerlemelidir. Hipoteziniz, konunun uzmanlarınca kabul görürse, yani bu işin erbabını kanıtlarla birlikte ikna ederseniz hipoteziniz bir tez haline dönüşür. Artık fikriniz, diğer milyonlarca fikir gibi, destekli bir düşünce olarak okyanusta bir damla olarak yerini alır. Eğer bu fikir, başkalarınca takdir görecek denli değerli bulunursa, farklı uygulamalarda kullanılırsa, zaman içinde teoriden kanuna bile dönüşebilir. Teori, ilgili çevrelerin üzerinde fikir birliğine sahip olduğu düşünce veya uygulamalar bütünüdür ancak henüz su götürmez şekilde kanunlaşmamıştır. Eleştirilere, gelişime, yıkılmaya, bozulmaya, çöpe atılmaya maruz kalabilir.
Bu anlattıklarımın hükümet veya devlet politikası haline gelmesi sürecinde bir de bürokratlarca ayrıca incelenip, mesleki eleklerden geçirilmesi gerektiğini düşündüğünüzde bir ülkenin iktisat politikaları "Ben söyledim, oldu." yaklaşımıyla tayin edilmeyeceği anlaşılabilir. Örneğin, "Kur Korumalı Mevduat (KKM) diye bir fikrim var. Kasada para tam takır. Kamu harcamalarını kısmayalım, aksine tam gaz artıralım. Milleti otoyol, köprü, tünel ihaleleriyle 60-70 sene borçlandıralım. Proje yaptık diyelim. Doğal olarak hazinenin dibine darı ekeceğiz; bu finansman açığını da KKM ile makyajlayalım. Şöyle %50'lik bir faiz yakışır. Hadi bakalım. NAS'ınız açık olsun" denildiğinde o fikrin ciddiye alınması, bir süre sonra korku filmine dönüşebilir. Ortaya karışık olarak sunulan KKM ve yüksek faiz ortamı hilkat garibesidir, hastalıklı bir organizmadır.
Mali disiplini çağdaş, hesap verebilir ve şeffaf yöntemlerle yürütülen hiçbir ülke yüksek enflasyon ve dolayısıyla yüksek faiz derdiyle boğuşmak zorunda kalmaz. Ya ayağınızı yorganınıza göre uzatırsınız, ya yorganınızı büyütürsünüz. Bizdeki durum ise itibardan tenzilat olmaz denilerek, el parasıyla mahallede kabadayılık yapmaya benziyor. Bu öyle ilginç bir durum ki, kırılganlığımızı bize borç veren yerli yabancı unsurlar biliyor ve ölçüyorlar; tabanı sallantılı, zemini bozuk bu durumu vatandaş yaşıyor, bu sistemi icat edenler de biliyor ancak kimse buna dur deme isteğini ve/veya cesaretini göster(e)miyor. Hal böyle olunca, evini satıp, kiraya geçen ve aldığı faiz geliriyle belirsizliğe doğru yola çıkan kitleler türeyebiliyor. Geri dönüp baktığında ileride ne o evi geri satın alabilecek sermayesi olacak ne de cepkende birkaç mangır. Bu durum finansal intihar girişimidir. Sürdürülmesinin imkanı yoktur. Ölmek üzere olan hastaya elektro şok uygulamaya, damarlarına adrenalin pompalamaya benzer. Hasarı ortadan kaldırmaz. Bu sebepledir ki, çevremize baktığımızda faiz geliriyle refah seviyesini artıran bir ekonomik sistem, bir millet görmüyoruz.
Faiz, paranın maliyetidir. Elinizdeki parayı böylesi yüksek bir faiz geliri beklentisiyle bankaya yatırdığınızda kâr ettiğinizi, çok kazançlı çıkacağınızı düşünmek gafletten öte bir hal değildir. Hele ki "Ben ekonomistim." diyen birinin böylesi bir fikri hükümet politikası haline getirdiği iktisat tarihinde görülmemiştir. Sokak ağzıyla, bu resmen kendi ayağına sıkmaktır.
Banka sizden "satın aldığı" tutarı birilerine satacak ki kendisi de kâr etsin. Bir ülkede başat, lider endüstri imalat sanayii yerine bankacılık haline gelmişse o ekonomide kanser kök salmaya başlamış demektir. Kaldı ki bizdeki bankacılık, yabancı fon kaynakları gibi sermaye ihraç eden bir konumda da değil; çoğunlukla sendikasyon kredilerini yurt içine pazarlama konumundaki komisyoncu durumundalar. Hal böyleyken KKM'nin ülkenin mali sistemine atom bombası gibi düştüğünü bilmek lazım.
Günümüzde sanayici, yüksek faizli ve zor ulaşılır krediler sebebiyle finanse edemediği projesini rafa kaldırıyor. Kimi sektörlerde hammaddenin tedariği, ürünün üretilmesi, satılması, tahsil edilen paranın hesaba girmesi aylar bulabiliyor. Bu durumu kredilerle çevirme imkanı çoktan ortadan kalktı. Ya ürettiğiniz ürüne katlanmak zorunda olduğunuz faizi yansıtacaksınız ya da artık üretmeyeceksiniz. Bu marjı kaldırır kaç tür ürün aklınıza getirebilirsiniz? Hiçbir sanayicinin mevcut faizlerle hayatta kalabileceğini düşünmüyorum. Peki bu bahsettiğimiz resmin lojistik sektörümüzle alakası nedir?
Meslektaşlarımız bilecektir, geçmişte sıfır kilometre çekici satın almak isteyenler aylarca sıra beklerdi. Hatta, listede önlerdeki sırasını 3-5 bin Avro'ya satıp güzel para kazanan kamyoncular bile vardı. Günümüzde o sıralar artık kalmadı. Geçtiğimiz on yıllık trend, piyasada kamyon sayısı bakımından arz fazlası yarattı. Özellikle konteyner iç taşıması yapan kamyonların sayısı mevcut yüklere oranla oldukça arttı.
Kamyoncu meslektaşlarımızla konuştuğumda, araçlarını satıp faize yatırıp, sektörden çekilen firmalar olduğunu duymaya başladım. Bu, "benden sonrası tufan" yaklaşımıdır ancak yapanlara da söz söyleme hakkımız yok. Altı veya yedi milyon TL'ye mal ettiği bir kamyon + semi treyleri hizmete soktuğunda haftada 10 iş yaptığını kabul edersek, o araçtan aylık kâr beklentisi, 100.000.- TL civarında olması gerekirken artık neredeyse yarısı haline gelmiş durumda. Şu anda, yapılan o haftalık 8-10 iş, 4-5 işe düşmüş halde. Şimdi, düşünün, yedi milyon liranın aylık 300.000 TL'ler ve üzeri faiz geliri mi, yoksa kamyon alıp bir ton sıkıntıyla boğuşup 50.000 TL gelir mi?
İş burada bitmiyor. Özellikle kamyoncu tam anlamıyla sıkışmış durumda. Bir tarafta hükümetin kaş yapayım derken göz çıkardığı NAS politikaları, diğer yanda endüstrimizin kendi düzensizlikleri yan yana gelince firmalar hızla dar boğaza giriyorlar. Geçmişte kamyon firmaları toptan yakıt satın alarak pompa fiyatı üzerinden %12 ila %15 arası indirimler elde edebiliyorlardı. TTS uygulaması kaçak yakıt kullanımını azaltmayı amaçladı ancak indirimli yakıt alma imkanını ortadan kaldırdı. Buna ek olarak EPDK'nın uçucu ürünlerde (motorin, benzin) yakıt bayilerinin %2 ila %4 kadar kaybını pompa değerlerine yansıtmasına izin vermesi eklenince cepkendeki kayıp arttı. Kamyoncu 100 lira verip, 96 liralık yakıt mal etmeye mahkum edildi. TTS ile işini düzgün yapan, vergisini veren, personel istihdam eden kamyoncular da cezalandırılmış oldu. Kötüyü ayıklayıp cezalandırsaydınız; iyiyi neden yaktınız?
Daha önceki yazılarımda belirttiğim şoför problemi artarak devam ediyor. Özellikle konteyner iç taşımacılığı sektörü bu konuda bir ilerleme kaydedemedi. Piyasada şoför sayısındaki düşüklükten dolayı, firmalar futbolcu transferi yapar gibi birbirlerinden şoför "aşırıyorlar". Şoförlerin, ne yazık ki nitelikleri de iyileştirmeye oldukça açık. Şoförlerin kaprislerinden yaka silken kamyon firması sahiplerinin seslerini de duymak lazım. Maaşlar yüksek, firma sadakati çok az. Günümüzde bir şoförün brüt maaşı 80 ila 100 bin TL'lere ulaşmış durumda.
Taşımacılıkta yakıttaki ÖTV, sanırım yine NAS'ın ürünü olmalı. Düşünüyorum, taşınıyorum, yurtiçi konteyner nakliyesi yapan kamyonun tükettiği yakıtın nasıl özel tüketim (lüks tüketim) vergisine konu olabileceğini anlayamıyorum. Pompaya haftalık bazda zam geliyor. Köprü ve otoban ücretleri umursamazlıkla artırılıyor. Kasko ve sigorta giderleri arşa çıkmış durumda. Ancak kamyoncu bu artış hızına yetişemediğinden fiyatlarını müşterilerine kabullendirmekte ciddi zorluklar yaşıyorlar. Yetmezmiş gibi, kamyon sahibinden bir de yeniden değerleme işlemiyle araç başına yıllık 50-60 bin liralık vergi tahsilatı yapılıyor. O artışa sebep olan enflasyonu kamyoncu üretti?
Kim on milyonlarca lira yatırım yapıp, şoförle, akaryakıtçısıyla, parçacısıyla, lastikçisiyle güreşip, günün sonunda zararına satış yapmak ister? Daha düne kadar 9-10 bin liralara satın alınan bir lastik tek harekette 19-20 bin liralara çıkıyorsa ne yapmalı? NAS ekonomik sisteminin mucidi, büyük iktisat teorisyenimizin de önerdiği gibi boykot mu yapalım? Araçlara tekerlek de mi almayalım? Böyle bir ticaret sürdürülebilir mi?
Eğri oturalım doğru konuşalım, sektörde de birlik beraberlik eksikliği var. Kendimizi de eleştirmemiz gerekir. Dernekler, kurumlar bir araya gelip maliyet çalıştayları yapıp listeler hazırlıyorlar. Bu listenin altında satış rakamı vermeyeceğiz diye ortak karar alınıyor. Sonrasında, daha listenin dumanı tüterken, karar henüz soğumamışken liste altı fiyatlar veriliyor. Bunu, başta dernek kendi ihlal ederse, cemaat hayli hayli eder. Sonrasında piyasada bir fiyat istikrarı da kalmıyor. Ne alan memnun, ne satan. Aynı güzergah için bir firma 20 bin TL teklif verirken diğer 12000 TL teklif veriyor. At izi "ot" izine karışmış durumda.
Kamyoncu, büyük armatörlerin bel altı vuruşlarıyla da mücadele etmek zorunda kalıyor. İsmini vermeyeceğim "üç harfli" armatörler, müşteri konteyneri kendi imkanlarıyla taşıtmak istediğinde "Ekipman yok." yanıtını verirken, "İç taşımayı bizden tedarik edersen ekipman var." diyerek iç taşımayı kendi kanalıyla gerçekleştirmek zorunda bırakıyor. Bu tip, sektörün gerçek dertlerine ise nakliye derneklerimiz kısmen tepkisiz. Ne yazık ki kamyoncu kendi yaratmadığı onlarca problemle tek başına mücadele etmek zorunda bırakılmış durumda. Hal böyleyken kim olsa "Başlarım kamyonuna da, işine de gücüne de!" der, satar savar, parasını faize koyar ve yukarıda anlattığım dertlere bir sünger çeker. Ancak bu da kurtuluş değil.
Hızla, neredeyse günlük olarak artan işletme maliyetleri ve 85 milyon Türk vatandaşına sürekli olarak zarar yazan bu faiz ortamı piyasayı üretir olmaktan çok durgunluğa itmektedir. Üreticinin finansmana ulaşma imkanı gittikçe zorlaşmaktadır. Yüksek faiz geliri hülyasına kapılanlar kazanç hayali görüyorlarsa uyanmalılar. Diğerleri ise son çare olarak bu limana sığınmış durumdalar. Yarınları belirsiz. Gittiği yere kadar böyle gitsin düşüncesi çok üzücü bir gerçektir. Pek çok insanın, artan işgücü maliyetleri sebebiyle birkaç ay içinde işlerini kaybetmesinin olasılığını da göz ardı etmeyelim.
Ülkemizin içinde bulunduğu bu terazisi bozuk NAS ekonomik sistemi, üreteni, girişimciyi, risk alanı, vergi vereni, istihdam yaratanı sopalamaya devam ettikçe durum daha da kötüye gidecek, görevimiz gereği söyleyelim. Bu yaşadığımız gerçeklik, iktidar hırsıyla içine girilmiş, kibir ve yanlış bilgiyle etrafı sıvanmış hilkat garibesi, iktisat biliminde ancak ibretlik olarak derslerde anlatılabilecek bir korku filmi senaryosundan başka bir şey değildir. Faizi haram kılan bir NAS yapısında an be an faizle tango yapılıyor olmasını ise ilahi komedya olarak mı adlandıralım yoksa nesiller boyu sırtımızda taşımak zorunda kalacağımız bir kambur mu, orasına da siz karar verin derim.
Türkçe karakter kullanılmayan ve büyük harflerle yazılmış yorumlar onaylanmamaktadır.