Dr. Kerem Şahinboy

Dr. Kerem Şahinboy

Lojistikçiden Stand-Up'çı Olur mu?

Bundan otuz yıl önce ülkemizin lider lojistik firmalarından birinde disponentlik yapıyordum. Disponent, parsiyel yükleri araçların gideceği ülkelere, yüklerin tonaj ve ebatlarına, istif sınıflarına, araçların istiap sınırlarına göre planlayan kişidir. Oldukça keyifli bir meslek olmasına rağmen müşteriyle, gümrükçüsüyle, iç taşıyıcıyla, mümessille, yurt içi ve dışı şubeler, acenteler, kamyoncular, şoförler, depo çalışanları ile koordinasyonu sağlamak gerektiğinden zorlukları da vardır. Parsiyel yüklemelerimizin çıkış günleri genelde Cuma'dan başlayıp Cumartesi gecesine dek uzadığından ihracat depomuzun önü ana-baba günü olurdu. Yük getiren kamyonlarla yük alacak kamyon ve konteynerler boylu boyunca caddeyi kilitler, kimi zaman tartışmalar hatta kavgalar yaşanırdı. Çalıştığımız depo kötürüm tasarlanmıştı. Yük alan rampalarla yükleme rampaları ayrılmamıştı. Küçük alanda top çevrilmeye uğraşılıyordu ancak özellikle yaz aylarının sıcağında kimilerinin tepesinin tası atabiliyordu.

Önümde onlarca araç ve yüzlerce yükün olduğu dispo'da (yük plan ekranı) depoya ulaşan yükleri, rezervasyon hacim ve ağırlığına uygun olup olmadıklarını ayarlarken bir telefon aldım. Telefondaki vatandaş kızgın bir şofördü. Konya'dan tekstil kolileri getirmişti ve iki saatten beri yolda bekletildiğini, teslim edecek başka yükleri olduğunu, eğer hemen rampaya yanaştırılmazsa 370 karton koliyi caddeye boşaltıp gideceğini söyledi. Disponentlik yapan bir operasyon personeli bir parça insan psikolojisinden anlamalı, takım lideri gibi davranmalı, yetkisi altında olmayan zor karakterleri dahi bir şekilde amaçları doğrultusunda yönetebilmeli.

Telefondaki kızgın şoför, sakince beklemesini telkin etmemize rağmen ne dedikse dinlemedi. Ben böylesi bir çılgınlık yapacağını düşünmüyordum. Bir saat sonra yanımızdaki iplik fabrikasından arayıp, fabrika duvarlarının dibine koliler bırakıldığını, kolileri hemen almamız gerektiğini, sevkiyatlarının tıkanan kapı girişi sebebiyle aksadığını söylediler. Şoför ve yardımcısı, bir saat içinde kolileri yolun ortasına boşaltıp, irsaliyeyi de tekstil fabrikasının güvenliğine verip topuklamıştı. Kulaklarıma inanamadım. Gecenin dokuzunda masamdaki işi bırakıp sokağa indim. Otuz beş metreküp mal yolda duruyordu. Çalınabilirdi, yağmur yağıp malları hasara uğratabilirdi, başka bir araç göremeyip kolilere çarpabilirdi; kısacası her şey olabilirdi. İrsaliyesiz mal teslimi yapan bu şoförü firmasına bildirdik. Depomuzda ortam kan kırmızıydı. Ter içinde çalışan depo neferlerinden iki kişiyi güç bela söküp aldık, yüke planlı kamyonu yoldaki kartonların yanına çekip yüklemeyi gerçekleştirdik. Böyle bir durumda, irsaliyesiz malı yükletmemek gerekirdi, siz sakın ola yapmayın.

Bu trajikomik olay bize her işte olduğu gibi zor insanların yarattığı sıra dışı durumların yaratıcılığımızı, problem çözme yeteneğimizi nasıl idmana soktuğunu kanıtlamak için sunulmuştur. O dönemde zor insanların başımıza açtığı problemler sadece şoförler, gümrükçüler, müşteriler, depo çalışanları cenahıyla sınırlı değildi, tepe yönetimlerde de çok farklı profilde müdürlerin, yöneticilerin, şirket patronlarının yarattığı sorunları çözmek gerekebiliyordu. Dolayısıyla, sorun her zaman tabandan yukarı doğru gelir savı geneli yansıtmayabilir, bunu kabul etmeliyiz. Kimi durumlarda sorun tepede yaratılır ve alt seviyedeki personelin çözmesi gerekir.

Şirketin oldukça akıllı ve başarılı bir kadın tepe yöneticisi vardı. Günlerden bir gün, bir ulusal gazete kendisiyle röportaj yapmak için binamızı ziyaret etti. Hanımefendi, nasıl olduysa -sanırım muhabirin samimiyetine güvenerek- büyük bir pot kırdı ve biraz da hayıflanarak gümrüklere yılda kaç lira rüşvet verdiklerini ayan beyan söyledi. Pazar günü yayımlanan röportajı okuduğumda ufak bir şok geçirdim. Resmen kendi ayağımıza sıkmıştık. Pazartesi itibarıyla yüklenen tüm araçlarımız ve konteynerlerimiz tam tespite giriyor, evrak onaylarımız gecikiyor, düzgün yürüyen süreçler tıkanıyor, cezalar kesiliyordu. Belli ki birileri "Sen misin kör göze parmak batıran. O halde gör gününü bakalım." demişti.

Bu skandal yönetilmeye çalışırken başka bir sorun peşinden geldi ve olaya tam anlamıyla tüy dikti. Röportaj skandalından bir hafta sonra oldukça deneyimli(!) bir operasyon yöneticisi "abimiz" bir yükleme yapmış, ancak o araca planlı olan yükü dispo'da belirtmediğinden araç yükü depodan almadan gümrük yapıp gitmişti. Beyanname ve karne tescil edilmiş, araç intaç tarihi bile belli olmuştu. Bir diğer sözle, yük gümrük sisteminde (Bilge) yurt dışı edilmiş görünüyordu ancak hâlâ depodaydı. Bu 'deneyimli' abimiz bir hatayı bir yanlışla kapatmaya çalışarak, kimselere haber vermeden, yeni çıkacak aracına depoda unutulan yükü beyan etmeden (unmanifested) yükletip olayı örtbas etmeye çalışınca ve bu araç da gümrük kantarında tespite alınınca ortalık meydan muharebesine döndü. Yapılan, düpedüz kaçakçılıktı. İlk hata gümrüğe bildirilmeli ve sorun tahakkuk edecek cezalar ödenerek resmi yollardan çözülmeliydi. Bu haberi herkesten önce alan tepe yönetimi tabiri caizse "toz oldu". Ortaklar, olayın ortaya çıktığı gün bir sebeple yurt dışına çıktılar. Polisler şirketin deposuna gelerek o yüklemeyi yapan depo çalışanlarını ve yakasından tuttukları gariban bir müdürü Sirkeci'deki Kaçakçılık Şube nezaretine atıverdiler. Nezarettekilerin çıkarılması, dava süreçleri, aklanmalar derken davanın sonuçlanması yıllar sürdü.

Taşımacılık mesleği bir sorun çözme sanatıdır ancak en deneyimlimiz bile kimi zaman süreçleri doğru yönetemeyerek baltayı taşa vurabilir. Bu anlatılan kitaplarda yazılı sunulan, fakültelerin lojistik bölümlerinde öğretilen dersler arasında değildir. Adı üzerinde, sıradışı durumlardır ve çoğu zaman sıradışı çözümler gerektirir. Bizim işimiz insanla birebir iletişimde olunan, teknolojik gelişmelere rağmen insan faktörünün hâlâ baskın olduğu bir meslektir. Ortaya çıkan sorunların çoğu mekanik değil insan kaynaklı sorunlardır. Takım arkadaşlarım benden sık sık duyarlar; "İşimde, çözümünü bildiğim sorunlarla karşılaşmayı severim.", özellikle sorunu yaratan taraf ben ve iş arkadaşlarım değilse. Biz o problemi çözdüğümüzde, sorunu hallettiğimizde fayda yaratmış ve ödülümüzü almış oluruz.

Sanırım yirmi sene önceydi, yüksekliği 260 cm'ye yaklaşan 25 tonluk bir transformatörü bir flat-rack konteynere yüklemiş, Demokratik Kongo Cumhuriyeti'ne ihraç taşımasını organize ediyorduk. Yük limana girmiş, beyannamesi açılmış, konşimento talimatları konteyner hattına yollanmış, özetle bizim adımıza iş bitmişti. Bu aşamadan sonra gemiye yüklemesi yapılacak ve sevk edilecekti. Armatörün Ambarlı Limanı ofisinden bir telefon aldım. "Kerem Bey, yükünüz ambalajsız olduğundan yükü gemiye alamıyoruz. Yükü ambalajlamanız lazım." Nasıl olur? Bu koca yükü nasıl ambalajlarız, hem de bu saatte? İhracatçı firmayı aradım ve ihracat müdürü ile görüşüp yükü beraberce limana gidip biz ambalajlarız kararı aldık. Sekiz metre uzunluğundaki bu dev transformatörü nasıl ambalajlayacağımızı bilmeden yola çıktım. Beylikdüzü'ndeki Bauhaus'ta buluştuk. Müdür, firmanın kamyonetiyle gelmişti. İçine havalı ambalaj malzemelerini, strafor plakaları, koli bantlarını, gergi kayışlarını satın alıp yükledik. Ver elini Kumport! Cumartesi öğleden sonra, Kumport'un kapısına dayanmış iki kişi limana girip bir konteyneri paketleyeceklerini söyleyince kapıdaki görevliler başta olayın doğasını anlamadılar. Konteyner nasıl paketlenirdi ki? Onlar müdürlerini, müdürler liman güvenliğini, hepsi beraber gümrük idaresini aradılar. Bir telefon trafiği, koşuşturmaca yaşandı. Bir iki saat kapıda bekledikten sonra, sürpriz şekilde içeri girmemize izin verdiler. Normal şartlarda, içi yüklü bir kamyonetle liman sahasına giriş yapamamamız gerekirdi ama oldu işte. Biz iki 'akıllı' o konteyneri, liman işçilerinin şaşkın bakışları arasında yaklaşık dört saatte pvc brandalar, havalı ambalaj malzemeleri, strafor plakalarla, temmuz sıcağında kan ter içinde paketledik. İşimiz bittiğinde gece 21:00'i bulmuştu. Konteynerimiz gecikmeden yüklendi.

Bu deneyimi sizinle, özellikle genç lojistikçi meslektaşlarımla paylaşmaktaki amacım bizim iş tanımımızın diğer mesleklerden daha farklı, daha geniş olması gerçeğini ifade etmek istememdir. Biz hizmet üretiyoruz ve hizmette -o klasik sloganda ifade edildiği gibi- gerçekten sınır yoktur. İş elinize yapışmamalı, o mesleğin meyvelerini topluyorsanız elinize batan birkaç dikenin zararı olmayacağını kabul etmeniz gerekir. Bu şiarla hareket edenler genellikle orta ve uzun dönemde gerek kariyer olarak gerek kariyerin getirdiği diğer ödülleri kazanmak anlamında merdivenleri daha hızlı tırmanmış olacaklar. Yarın, bu deneyiminizi, tecrübenizi, çözüm bulma kabiliyetinizi, sorunları aynı zamanda fırsat olarak görme davranış biçiminizi pazarlıyor olacaksınız. Bir problemin çözümü sizdeyse, siz aramadan potansiyel müşterileriniz sizi bulacaklardır.

Bir keyifli hikaye daha paylaşıp, bu yazıyı sonlandıralım. Hava kargo bölümümüz pet taşımacılığı da yaptığı için kedi, köpek, kuş, kimi sürüngenlerin taşıma işlerini sıklıkla organize ediyorlar. O vakitler kargo operasyonları Yeşilköy'deki Atatürk Havalimanı'nda yürütülüyor. Los Angeles'e taşınmak üzere bir Golden Retriever köpek teslim alınmış, sahibi de o gün uçağa binip gidecek. Hayvan kafesin içinde bekliyor. Operatör, kargo terminalinde canlı hayvanların depolandığı bölümün dolu olduğunu ve köpeği ertesi gün getirmemiz gerektiğini belirttiler. Sahibini aradık, kadın havalimanında uçağa binmek üzere olduğunu ve köpeği alacak kimsesi olmadığını söyledi ve ekledi, "N'olur yavrumu sakın aracın bagajına koymayın. Midesi bulanır. Mutlaka şoförün yanındaki koltukta oturmalı. Kafesinde kalmasın, bunalıma girer." Piyango yine bana vurdu. Yeşilköy'e en yakın oturan ben olduğumdan köpeği gidip limandan teslim aldım. Çok "hanımefendi" bir hayvan olduğu her halinden belliydi. Dedikleri gibi, kafesinden çıkardım, aracımda yan koltuğuma kendisi geçip oturdu, "Eh, hadi şoför efendi, sür bakalım." dercesine beklemeye başladı. Emniyet kemerini takıp eve doğru yola çıktık. Bir gece bizde kaldı. Uzunca bir iple bağlanmış olmasına rağmen gece boyunca kalkıp arada bir bahçeden kaçıp kaçmadığına bakıyordum. Uçakla sevkiyatına yaklaşık 3000 USD ödenen köpek sırra kadem bassa tam bir felaket olurdu herhalde. Ertesi sabah yine aynı şekilde ön koltukta seyahat eden asilzade hayvanı -benimle de pek yüz göz olmadı- havalimanı kargo terminaline kafesi içinde teslim edip derin bir nefes aldım.

Görüyorsunuz, yeri geliyor yoldan karton koli yüklüyorsunuz, zaman geliyor köpek bakıcılığı yapıyorsunuz, zorda kalıyor Cumartesi akşamı limanda transformatör ambalajlıyorsunuz. Böyle güzel meslek sevilmez mi? Bu yazımda, zaten oldukça gergin olan piyasa koşullarını, bulutlu eko-politik atmosferi de dikkate alarak kısmen eğlenceli konular seçmeye çalıştım ki herkesin üzerindeki stres birkaç dakikalığına azalsın. Umarım başarabilmişimdir.

Önümüz kısmen engebeli bir döneme gebe. Krediye ulaşım zorluğu çeken firmalar, kredi maliyetlerinin yüksekliği, sabit giderlerin enflasyonist piyasada sürekli şişmesi tüm sektörlerde olduğu gibi bizim endüstrimizde de zayıf firmaların kursaklarındaki son nefesi verme konumuna getirmiş durumda. Daha önceki yazılarımda da birçok sefer değindiğim gibi işten çıkarmalar, yüklü araç satışı yaparak filo küçültmeler, yabancı yatırımcı bulunabilirse değerinin çok altına satılmalar, firma kapanışları haberlerini geçmişe oranla daha sık duyacağımız günlerle yüzleşeceğiz. Ancak, dediğim gibi, bu konuları sonraki yazılara bırakalım. Sağlıklı günler dilerim değerli meslektaşlarım.

Dr. Kerem Şahinboy

[email protected]

Bu yazı toplam 798 defa okunmuştur
Önceki ve Sonraki Yazılar
YAZIYA YORUM KAT
UYARI: Küfür, hakaret, rencide edici cümleler veya imalar, inançlara saldırı içeren, imla kuralları ile yazılmamış,
Türkçe karakter kullanılmayan ve büyük harflerle yazılmış yorumlar onaylanmamaktadır.